24 Şubat 2016 Çarşamba

Reply 1988 / Answer Me 1988

Evet, geldik bir Reply serisinin sonuna daha.
Öncelikle yazım ağır spoiler içerir bilginize...
Reply 97'yle başlayıp 94'le tavan yapan sevgim 98'le devam etti. Hani 200 bölüm olsa izlerim derdirten bir dizidir Reply benim için. En sevdiğim olan Reply 1994, 88'in ardından da birinciliğini korumayı başardı. Fakat 1988 de 2. sıraya yerleşmeyi bildi.
Vee 3 Reply serisinde de koca adayından taraf olup sonunda yüzü gülen taraf olmanın da haklı gururunu yaşıyorum. Fakat bu kez koca kim sorusunun cevabında ters köşe olduğumu da itiraf etmeliyim.
Reply 1988, diğer iki seriye göre daha çok aile ve arkadaşlık üzerinde duruyor. Dönemsel öğeler ve yaşayış daha ön planda. Komşuluk ilişkileri, mahalle arkadaşlıkları, paylaşma, saygı, yardımlaşma, düşünceli davranma, fedakarlık ve daha buna benzer nice duyguyu işledi dizi. Yer yer kahkalarla, yer yer gözyaşlarıyla... Sıcacık ve samimi ortamı, insanın içini ısıtan içtenliği, sanki gerçekten o dönemde yaşıyormuş hissi uyandıran gerçekçiliği harikaydı.
88'de senarist koca kim olacak olayını çok geri planda tutuyor diğer serilere göre. Günümüz sahnelerini yok denecek kadar az veriyor. İlk bölümlerde Sun Woo - Jung Hwan ikilisini bir anda Taek- Jung Hwan kapışmasına döndürüyor. Kocayı anlamayalım diye Deok Sun'la Jung Hwan ve Taek sahnelerini çok yüzeysel geçtiği için de bize iki güzel aşık çift sunuyor çift özlemimizi gidermek için. Bo Ra ve Sun Woo çifti ile Jung Bong ve Mi Ok çifti. Hatta bir de Taek'in babası ve Sun Woo'nun annesi var.
3 çift sayesinde de eğlenceli ve romantik sahneler yaşadık. Saf ve masum sevgisi gördük.
88'de diğer serilerin aksine 5 çocukluk arkadaşının aile hayatlarının hepsine şahit olduk. Aile bağlarını, o samimiyeti, birlikteliği derinden hissettik. Aile içindeki saygınlık ve bağlılık bugünlerde iyice yitirdiğimiz bir değer maalesef. İnsan izlerken duygulanmadan edemiyor.

Dizinin afişlerine daha çıkar çıkmaz bayılmış, dizinin o samimi havasını izlemeye başlamadan hissetmiştim.
Müzikleri de ayrı güzeldi yine. Tabii dizi içerisinde sürekli bahsi geçen dönemin ünlü oyuncu ve şarkıcılarının birçoğunu tanımıyordum ama yine de sık sık çalan eski şarkılara bayıldım.
Diziyle ilgili yalnızca iki şikayetim var. Daha önceki serilerde çok sevdiğimiz esas kızımızın anne ve babasını oynayan karakterlerin bu seride çok geri planda kalması. Hele hele ki baba rolündeki Sung Dong Il'i diğer serilere göre çok pasif buldum, keşke daha atarlı olduğu o diğer serilerdeki halini biraz daha fazla görebilseydik.
Bir de birçok kişi için pek rahatsız edici olmasa da ben her şeye rağmen koca faktörünün bu kadar geri planda kalmasını istemezdim. Ne olursa olsun Reply ruhunda "koca kim" sorusu büyük bir önem arz ediyor. Birçok bölüm sonunda bu konu hakkında hiçbir fikir oluşmadı kafamızda. Taek'le de Jung Hwan'la da olan sahneler çok yavandı. Bu da koca kim olursa olsun çift arasındaki aşkın derinliğinin hissedilmesinin eksik kalmasına neden oldu.

Yine de çift arasındaki aşkın derinliğini görememiş olsak da iki koca adayının da kıza olan sevgisini en güzel haliyle gördük. İkisi de farklı baktı kıza, ikisi de farklı güldü onu görünce, ikisi de öteki arkadaşının ondan hoşlandığını öğrenince kalbi acıya acıya vazgeçti itiraf etmekten. Taek rolünü oynayan oyuncu da Jung Hwan rolünü oynayan oyuncu da bana bu duyguları gerçekten hissettirdiler. Kızı gördükleri zamanki o kocaman gülüşleri ve o gözlerinin içinin güldüğü bakışları çok hoştu gerçekten.

İki koca adayı da sessiz ve soğuktu. Birini ötekinden ayırmak haksızlık olur bence. Taek'i yavaş ve konuşmayan kişi olarak yaftalayanlar vardı, bence Jung Hwan'ın da ondan bir farkı yok. İkisi de mesafeli, soğuk ve gizemli takıldı dizi boyunca. Tek fark Jung Hwan'ın ihtiyaçlarını giderme konusunda biraz daha becerikli olması. Taek'in o konudaki eksikliği de "Go" oynuyor olması. Go oynayanlar hakkında az çok araştırma yaparsanız çoğunun asosyal olduğunu, bu şekilde Go hariç diğer konularda geri kaldığını görürsünüz.


Burada Taek veya Jung Hwan karşılaştırması yapma niyetinde değilim ama Jung Hwan severlerin çoğunun sırf koca o olmadı diye Taek'e biraz haksızlık ettiğini düşünüyorum. Ben ikisini de ayrı sevdim. Kim koca olursa olsun da diğeri için üzülecektim ister istemez. Taek sevgim biraz daha ağır bassa da körü körüne de onun için yanıp tutuşmuyordum. Senarist hemen hemen hep yarı yarı şans vererek ilerletti senaryoyu zaten.
Gerçi öyle yapmasaydı da fark etmezdi. Dizide sevmediğim tek karakter bile yoktu sonuçta. Herkesin deli olduğu Bo Ra'yı bile en başından beri seviyordum. O yüzden kim mutlu olursa ben de mutlu olacaktım, kim üzülürse ben de üzülecektim. O yüzden Jung Hwan için de üzüldüm elbet fakat kendisinin dizideki rolü maalesef terreddüt ettiği için aşkını kaybeden kişi olmaktı. Senarist onun vasıtasıyla "fırsatınız varken yapın; tereddüt etmeyin, geç kalmayın, hayat geç kalanlara acımaz." mesajını verdi bize. Tabii hepimizin içini burkan bir mesaj verme yöntemi oldu bu ama Reply senaristinin ikinci oğlanı harcamadaki acımasızlığını çok iyi biliyoruz. Hepimizin sık sık başına geldiği cesaret edemeyip kaçırdığımız birçok fırsatın en iyi örneği olduğu için sevdik belki de Jung Hwan'ı bu kadar. Kaderi suçlamak biz insanoğlunun kendi hatasını örtme adına sığındığı en kolay liman oluyor. Oysa ki her şey tereddüt etmemizden ibaret. Kader dediğimiz şeyi de seçimlerimiz oluşturmuyor mu zaten? Fırsat varken değerlendirmezsek kaçan balık da büyük oluyor haliyle. Jung Hwan'ın ilk aşkına vedası belki de bu yüzden çok içimize dokundu.
Her şeyiyle harika anlar yaşattı dizi, her bölümü sinema tadında ve uzunluğundaydı. Bir iki ufak nokta dışında sıkılmadım hiç izlerken. Her karakteri, anlatılan her olayı, her duyguyu ayrı sevdim. Her bölüm bittiğinde niye bitti diye üzüldüm. Final yapınca da yerini büyük bir boşluğa bıraktı haliyle.
4. Reply gelir inşallah diye umut ederek favori çiftim Taek ve Deok Sun'un sahnelerini içeren şu MV'sini ekleyerek yazıyı bitiriyorum.

22 Ocak 2016 Cuma

Second Time Twenty Years Old // Twenty Again (2015)

Tercihlerimiz ve bu tercihlerimizin değiştirdiği ya da oluşturduğu hayat çizgimiz... Bazen "keşke"lerle dolu, bazen "iyi ki"lerle. Bazen başkasının istekleriyle dolu, bazen kendi isteklerimizle. Bazen yine olsa yine aynı tercihi yapardım derken, bazen verdiğimiz kararın pişmanlıkları içinde kıvranırız.
Fakat önemli olan şey artık geçmişte kalan o tercihler değildir. Bundan sonrası için yapacağımız tercihler, alacağımız kararlar, yürüyeceğimiz yollardır önemli olan. Geçmişi değiştiremeyiz, yaşadıklarımızı silemeyiz ama onlardan gerekli dersleri alıp önümüze daha geniş bir ufukla bakabiliriz.
İşte Twenty Again de bizlere bunu anlatmaya çalışan bir dizi. Biraz olsun cesur olup hayatı başkaları için değil kendimiz için, kendi aldığımız kararlarla yaşamamızı öğütlüyor bize.
Dansçı olma hayalleriyle lisede okuyan Ha No Ra erken yaşta hamile kalıp evlenince okulu bırakıp kocasıyla Almanya'ya gider. Orada yaşadığı yalnızlık ve kocasının ilgisizliği nedeniyle hayatını sadece kocasına ve oğluna göre yaşamaya başlar. Kendi için yaptığı hiçbir şey yoktur. Hayatı tamamen kocası ve oğlundan ibarettir. Fakat başarılı bir profesör olan kocası onu cahil olmakla itham etmekte ve ondan boşanmak istemektedir. Kocasına yakışır bir eş olma umuduyla liseyi dışarıdan okuyup üniversite sınavlarına hazırlanan Ha No Ra artık 38 yaşına gelmiştir. Oğluyla aynı üniversiteye başlayan No Ra, artık hayatını kendi istekleri doğrultusunda yaşamaya karar verir.
Sonrasında ise üniversiteki gençlerin önündeki zorlukları, iş bulmanın ve geçinmenin sıkıntısını, dış dünyanın kendi çekildiği kabuğundan çok farklı olduğunu fark eder. Bu sırada gittiği üniversitede profesör olan ilk aşkı Cha Hyun Suk'la karşılaşır. Böylece yaşayamadığı gençliğini yaşamaya karar verir.

Olanla ölmüşe çare olunmaz diyerek, geçmişi kenara bırakarak, kendi ayaklarımızın üstünde durmak için kendi kararlarımızı cesurca alarak hayatımızı şekillendirmemiz adına güzel dersler veren bir diziydi.
Yer yer komik sahneleri olan dizinin, sık sık izleyiciye duygusal anlar yaşatıp düşündüren sahneleri de oldukça fazlaydı. İzlerken kendinizden bir şeyler buluyor, alacağınız kararlar adına güç topluyorsunuz.
Adeta; hâlâ nefes alıyorsak hiçbir şey için geç değildir, pes etmeyin, emin adımlar atın, kararlarınız arkasında olun diyor dizi bize. Yani hayata dair verilebilecek tüm güzel dersleri veriyor.

Üç ana karaktere can veren oyuncuyu da çok seviyordum zaten. Bu dizide de yine çok beğendim onları. İlk göz ağrılarımdan biri olan Choi Ji Woo artık yaşı ilerlemiş olmasına rağmen zarifliğiyle ve o beni çok etkileyen ağlamasıyla yine beğenimi kazandı. Tabiri caizse "belediye çukuru gibi" gamzeleri, etkili oyunculuğu ve tüm sevimliliğiyle Lee Sang Yoon gönlümü bir kez daha fethetmeyi başardı. Daha önceki dizilerinde izleyip beğendiğim bana çok sempatik gelen Choi Won Young ise bu dizide de sempatimi kazandı.
No Ra, Hyun Suk ve No Ra'nın pişkin ama sevimli kocası Kim Woo Chul arasında geçen olayları izlerken çok zevk aldım. Aşk unsuru çok fazla ön planda değildi ama araya serpiştirilmiş romantizmin de dozu yerindeydi. Sadece yetişkinlere değil gençlere verdiği de çok mesajı vardı dizinin.
Vaktiniz olduğunda bir şans verin derim. Hele tam da bir şeylerden umudunuzu kaybettiğiniz zamanlardaysanız ilaç gibi gelecektir.

Ha bir de dizinin şu bayıldığım afişini de eklemeden edemeyeceğim. Çok sevdim ve içten buldum nedense.

Fragman da ekleyelim. 

21 Ocak 2016 Perşembe

Special Affairs Team TEN // TEN 2 (1. ve 2. Sezon )

Ahhh, resmen hayatımdan bir "TEN" geçti. Hem de tadını damağımda bırakarak. Kurgu, oyunculuk ve işleniş çok güzeldi gerçekten. Uzun zamandır böylesine kendimi kaptırıp zevk alarak izlediğim suç-polisiye tarzı bir dizi izlememiştim. Aslında bu türü seven biri olarak bu diziyi böylesine geç keşfetmiş olmam çok yazık olmuş gerçekten. OCN dizilerinin arka planda kalışı, çevirisinin geç gelişi ve tabii ki dizide genelde Uzak Doğu severlerin aradığı o peri masalı misali aşk örgülerinin olmayışından olsa gerek ki çok ön plana çıkmadı dizi. Her gördüğümde klasik polisiyelerden olduğunu sandım bir de ben. Bundan önce Kore'nin polisiye türündeki yapımlarını izleyip pek memnun kalmamıştım. Basit meseleler, fazla kafa yormaya gerek duyulmayan kurgular içerdiklerini görünce artık uzak durur olmuştum. Fakat TEN bu bahsettiğim basit polisiyelerin dışında. TEN'e sadece polisiye demek de hata olur gerçi. Cinayet çözme, aksiyon, dram, suç, gerilim, gizem, psikoloji... ne ararsanız var.

Önemli davaları çözmek için oluşturulan özel ekibimizde farklı özellikleri olan yetenekli dört kişi bulunuyor. Bu muhteşem dörtlü, içinden çıkılması zor vakalarda görev alıyor. Cinayetler ve kaçırılma olayları... Birçok vakanın kurgusu bize aynı türdeki Amerikan yapımlarının kalitesini hissettiriyor. Buna ek olarak da Kore'ye özgü o duygusallık teması da bu vakalara ustaca yerleştirilmiş. Anlayacağınız suç ve duygular olabilecek en güzel şekilde harmanlanmış. Sadece olayları çözmeye çalışarak kaptırmıyorsunuz kendinizi diziye, size sunduğu duygusal yoğunlukla da hüzünlü anlar yaşıyorsunuz. Katili ya da suçluyu tahmin ediyorsunuz zaten ama mühim olan işlenen suçun nedeni. O nedeni merak ediyorsunuz daha çok. Bir şekilde ders niteliğinde, hayatın acı yüzünü de göstermek adına özel yazılmış kurgular ve nedenleri izliyoruz.
Ayrıca olayları bu 4 kişinin farklı yöntemleri kullanarak kendilerine özgü bakış açılarıyla araştırıp sonra bir şekilde aynı kapıya çıkmaları, birinin eksiğini ötekinin yakaladığı bir ayrıntının tamamlaması ve sonunda birliğin verdiği uyumla olayı çözmeleri izleme zevkini daha da arttırıyor.

İki sezon var henüz elimizde. İlk sezon 9 bölüm, ikinci sezon 12 bölüm. Hemen hemen her bölüm yeni bir vaka işleniyor. Bazıları çok daha güzel olsa da hepsini ayrı sevdim ben. İlk sezonun birinci bölümü film tadında ve 2 saat sürüyor. Bu bölüm iki sezonun da en güzel bölümünü oluşturuyor. Zaten birinci bölümü bitirdikten sonra dizinin devamını izleme isteği oluşuyor sizde. Diğer bölümler içerisinde de çok iddialı vakalar var. Bazı vakalar 2 bölüme yayılıyor, yine film tadı veriyor bize.
Bir de özellikle kurbanların ya da zanlıların evlerinin incelenip yaşam şekillerine göre tahminler yapılması çok hoşuma gitti benim.
Oyuncuları da sevdim ben. Bazen gözüme çok batan konuşma şekli yüzünden bayan  karaktere biraz gıcık olsam da izleme zevkime etki etmedi bu.
2. sezon finalinde 3. sezon için oldukça açık bir kapı bıraktılar ama 2 yıldır yeni sezondan haber yok. Büyük bir umutla yeni sezonu beklemeye başladım ama şimdiye kadar ses etmedilerse bundan sonra kadroyu falan toplamaları mümkün olur mu bilmem.
Heyecan ve merak unsuru hep canlı tutuluyor. Olaylar şaşırtan ve etkileyen cinsten. Ayrıca klasik Kore yapımlarına göre de oldukça özgün. Bu özgünlük de farklı şeyler arayanları tatmin edecektir. Türü seviyorsanız mutlaka izleyin derim, ben bayıldım.

 Bir adet fragman da bırakıp kaçayım. :)

7 Ocak 2016 Perşembe

Oh My Venus (2015)

Kore yapımlarını sevmeme sebep olan oyuncu So Ji Sub'dur. Haliyle en sevdiğim oyuncu da kendisidir. Uzun zamandır da kendisinin sıkı bir takipçisiyim. Oyunculuğu, görünüşü, bize yansıyan karakteri, bakışları derken kendisinde sevmediğim bir özellik yok desem yeridir.
Oldukça fazla seveni varken kendisi ekranlarda yeni bir yapımla pek nadir görünüyor maalesef. Master's Sun'dan sonra 2 yıl bekleyip kendisine Oh My Venus dizisiyle kavuştuk sonunda. Hem de bayan partneri çok sevilen bayan oyunculardan biri olan Shin Min Ah ile. Haberi duyunca pek bir sevinmiş ve So Ji rolü kabul ettiyse güzel dizi olacaktır diyerek büyük beklentilere girmiştim. Dizinin kadrosundaki tüm oyuncular tanındık, kaliteli oyunculardı üstelik. Eee bu şartlarda ben beklentiye girmeyeyim de kim girsin dimi? Senaristin ilk senaryosu olduğu ve konunun pek de fazla bir şey vadetmediği haberleri çıkmış olsa da beklentim büyüktü yine de.
An itibariyle diziyi finallemiş bulunmaktayım. Konuyu verip düşüncelerime geçeceğim.

KONUSU
Kim Young-Ho (So Ji-Sub) Hollywood yıldızları için kişisel antrenörlük yapmaktadır. Varlıklı bir aileden gelmiş olmasına rağmen çocukluk yıllarında büyük bir sakatlık geçirmiştir. Sabır ve inatla sorunların üstesinden gelindiğine inanmaktadır. 
Kang Joo-Eun (Shin Min-Ah) gençlik yıllarında güzelliği ile nam salmıştır. Şimdiyse 33 yaşında bir avukattır. O zamandan beri epey kilo almıştır. Erkek arkadaşı tarafından terk edilmiştir. Doktorunun da sağlık sorunları olduğunu söylemesi üzerinde kilo vermek için Kim Young-Ho'yu tutar. 
Kang Joo-Eun'un fiziksel görünümünü değiştirmek için çalışırlarken birbirlerinin manevi yaralarını da iyileştirip aşık olacaklardır. 

Ne yazık ki zaten romantik komedilerle arası pek iyi olmayan benim için hayal kırıklığı oldu bu dizi. Sen So Ji'sin, sen Min Ah'sın nereden buldunuz bu diziyi dedim her ilerleyen bölüm sonunda. Senariste kaliteli diye bilinen 4-5 oyuncu verip sen ne yazarsan yaz ne de olsa millet bunları izler demişler sanki. O da senaryodan çok kimyası tutan So Ji ve Min Ah ikilisine odaklanıp bunları nasıl izleyiciye servis edebilirim demiş resmen. Konu yok, olay kurgusu yok... Sergilenen So Ji var... Dizinin çevirmenlerinden biri olarak maalesef ki benim adıma olmamış bu dizi.

Haa iyi yanları yok muydu dizinin, vardı. Bir kere kilo sorununuz varsa diziyi izleyin derim. İster istemez kendinize bir çeki düzen veriyorsunuz. Kilo sorununuz yoksa bile dikkat etmeye başlıyorsunuz. Spor yapmanın önemini görüyoruz. Sağlıklı olmanın ne büyük bir nimet olduğunun, yalnız değil de sevdiklerimizle olmanın güzelliğinin farkına varıyoruz.

Diziyle ilgili sevdiğim bir diğer şey de esas karakterlerin özellikleri. Yani aptal saptal karakterler yoktu. Aptalın yaptığına bak demedik hiç. Hepsi olabilir davranışlarda bulunuyordu.
Fakat olaylar çok yüzeyseldi, iki cümle kurup; annesi şöyle yapmış, baba böyle yapmış tarzında ufak bilgiler verip geçiyorlardı. O yüzden de hiç odaklanamadım ben diziye. Kopuk bir olay örgüsü vardı özetle. Senaristin acemiliği gün gibi ortadaydı.

So Ji'yi bu rolde izlemek keyifliydi, çok tatlı bir karakteri vardı ama keşke böyle bir karakterle çok daha kaliteli bir senaryo içinde yer almış olsaydı. O zaman efsane olabilirdi. Bu diziyi bize sadece So Ji izletti bence. Min Ah'ı da o kadar başarılı bulmadım bu dizide.
Sonuç olarak izleyip yarın unutacağımız, izlemesek de olur dedirten türden çerezlik bir dizi.
So Ji vücudu izlemek isteyen kesin izlesin tabii. :) Vakti olan sevdiği oyuncu hatırına izleyebilir desem de ben, dizinin azımsanmayacak kadar seveni de var. Belki benim tarzım olmadığı için pek sevememişimdir. Karar izleyenlerin artık...

Bu arada yazıyı bitirmeden eklemek istiyorum. Dizinin en güzel yanı So Ji'nin oynadığı Young Ho karakterinin evlenme teklifiydi. Gerçekten hoş ve orijinal bir teklifti, hayran kaldım. Hepimize onun gibi bir adet Koçinnim dileyerek yazıma son veriyorum.

Fragman niyetine dizinin en sevdiğim şarkısını da kondurayım şuraya.

25 Aralık 2015 Cuma

Ertuğrul 1890 / Kainan 1890 / 125 Years Memory (2015)

Biz Uzak Doğu severlerin en büyük sıkıntısı bu yapımları ülkemiz sinemalarında izleme fırsatı pek bulamamaktır malum. Haftalarca ya da aylarca bekleyip izlemek istediğimiz filmlere ancak internet üzerinden ulaşmamız mümkün oluyor. Hal böyleyken imdada Ertuğrul 1890 yetişti. Gerçi Türk-Japon ortak yapımı olduğu için tabii ki bu ileride ülkemizde daha fazla Uzak Doğu filmi izleyeceğimiz anlamına gelmiyor ama ben yine de büyük bir mutluluk duydum böyle bir yapımdan.

Uzak Doğu yapımlarını izleyenler çok iyi bilir ki çoğu filmin ana noktası duygulara yoğunlaşmak ve ders vermektir. Bu yüzden de büyük bütçeler harcamadan yaşattıkları duygu yoğunluyla ilgili övgüler alır birçok yapımları. Ertuğrul 1890 da bu formata uygun bir yapım. Çekilişinin esas amacının Japonya - Türkiye dostluğunu kuvvetlendirmek ve ülke tanıtımı olsa da bunu daha önce yaşanmış iki önemli olayı hatırlatıp vefa içeren bir yolla yapmaları da mutluluk verici elbette ki.

Öncelikle cahil nesil miyiz, vefasız nesil miyiz yoksa bunları bize anlatmayanlar, hatırlatmayanlar mı suçlu bilmiyorum ama filmde işlenen iki olay hakkında da bilgim yoktu. Daha doğrusu Japonya'ya giden ve batan Ertuğrul Fırkateyni'ni duymuştum ama kapsamlı bir bilgim yoktu. Tahran'dan tahliye edilen Japonlarla ilgili ise hiçbir şey bilmiyordum. Filmin çıkacağını duyunca bu iki olay hakkında da araştırmalar yaptım, bilgiler edindim. Sırf bu nedenle bile böyle bir filmin çekilmesini takdir ediyorum. Böyle gerçeklik payı olan yapımlar daha da artar umarım. Tabii izleyiciler olarak bu yapımlara sahip çıkmalı, çok daha iyileri için yapımcıları heveslendirmeliyiz. Mükemmel bir film olduğundan değil ama sırf  izlemeye değer bir film olduğundan, ilerisi için örnek teşkil edebileceğinden dolayı bile gişede başarı elde eden bir film olmasını istiyorum.
Gelelim tam olarak filmle ilgili görüşlerime. Kesinlikle beğendim. Zaten Uzak Doğu yapımlarına olan aşinalığım yüzünden ve fragmandan az çok nasıl bir şeyle karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Yanılmadım da bu tahminlerimde. Her iki ülkenin de dönemsel kültürel öğeleri işlenmeye çalışılmış. Müzikleri, eğlenceleri, sembolleri, inanışları, yardımseverlikleri, fedakarlıkları... Ha bir nebze de olsa abartı yok muydu bunlarda, elbette vardı. Fakat sonuçta belgesel değil bu, film. İzleyiciyi çekecek, duygulandıracak, ilgiyi canlı tutacak unsurlar gerek.
Bir de filmin amacı dostluk ve fedakarlığı anlatmak iken birazcık mübalağa olacak elbet. Kaldı ki ben onun bile dozunda olduğunu düşünüyorum.
Yalnız bu noktada biraz daha vurucu bir işleniş bekliyordum demeliyim. Dostluk anlatacağız evet ama yaşanan olay az buz bir olay değil. Biraz daha duygusallık ve vurucu sahneler bekledim çoğu yerde. Hani gözleri dolduran, yüreği burkan sahneler... Fakat her şeye değinelim deyip bütün sahnelerden az az verince o duygu yoğunluğu tam başlayacakken başka bir sahneye geçilmiş. Akan bir hikaye yok gibi yani. Gerçi kendi adıma Japonları dublajlı izlediğim için de biraz kopukluk yaşamadım değil.
Her sinemada mı böyle yoksa sadece benim gittiğim yerde mi böyleydi bilmiyorum ama dublajsız izleme imkanınız varsa öyle izleyin derim, duyguları daha iyi alacaksınız. Japon oyuncular Türk oyunculardan çok daha başarılı çünkü. Başarılarını anlamak için de mutlaka orijinal sesleri ve tonlamaları duyulmalı bence. Dublajla yapmacıklık giriyor, tuhaf oluyor işte.
Üstelik birbirlerinin dilinden anlamayan iki halk var orada ama herkes Türkçe konuşuyor gibi bir izlenim çıkıyor ortaya. Film torrent sitelerine düşünce indirip mutlaka orijinal haliyle de izleyeceğim.
Filmde Japonları daha çok görmek isterdim ayrıca. Büyük bir kısmı Türklere ait olmuş. Bir de Tahran kısmı sarmadı beni. Zaten çok az yer verilmiş, onun da filmin sonuna geldik zaten çabuk olalım da bitsin der gibi bir hali vardı.

Bir de fragmanı izleyip görsel efektler çok iyi; tabii Yönetmen Japon, adamlar yapar düşüncesinde olan kişilerin yorumlarını gördüm çok. Öncelikle Japonlar anime dışında film ve dizi sektöründe pek de iyi sayılmazlar. Dünyada övülen kaç Japon filmi var ki? Yani bu konuda sanıldığı kadar süper bir şey beklemek doğru değil . Fakat bizden çok daha iyi oldukları kesin ve bu filmin de efektleri güzeldi bence.

Film, Türk-Japon ortak yapımı. Kültür Bakanlığımızın katkılarıyla yapılmış. Osmanlı dönemi sırasında olan bir olayı anlatmasına rağmen bir kez bile Osmanlı kelimesi geçmedi diye hatırlıyorum. Türk ve Türkiye kullanıldı. O döneme uygun, kısa bir namaz ve dua sahnesi var. Bir de cenaze için okunan bir dua.
Bunun dışında yok Osmanlı övgüsü, yok din ağırlıklı, yok Akp kokusu içeriyor gibi saçma düşünceler içeren yorumlara aldanmayın, itibar etmeyin. Zaten yönetmen de senarist de Japon. Kalkıp Japon adama bizim dinimizi anlattıracak değiliz. Sırf Cumhurbaşkanı destek verdi, Başbakan galaya katıldı diye izlemeyeceğim diyen kişiler gördüm. Yazık gerçekten...
Filmdeki tek amaç Türk ve Japon milletini övüp dostluğu pekiştirmek, yaşanmış ve arka planda unutulmaya yüz tutmuş iki olayı hatırlatmak. Haa ben Türk milleti ya da Japon milleti övgüsü izlemek istemiyorum diyorsanız orası size kalmış ama siyasi görüş nedeniyle filme yazık etmeyin derim.

Tekrar edeceğim; film kusursuz değil ama izlenmeye değer. 2 saat nasıl geçti anlamadım, sıkılmadım, izlemekten zevk aldım, az da olsa güldüm, duygulandım...
Geçen hafta gittiğim sözde süper Amerikan yapımından aldığım (aslında alamadığım) zevkin katbekat fazlasını aldım. Arada böyle şeylere ihtiyacımız var gerçekten. İnsan olmayı iyice unuttuğumuz şu günlerde 2 saati biraz olsun dostluğu, insanlığı hatırlayarak geçirmek bizlere iyi gelecektir. Tavsiye edilir...

Fragman

8 Kasım 2015 Pazar

Paradise Murdered / Ci(e)nnet Adası (2007)

Daha önce Park Hae-il'in yapımlarından birkaç tane izleyip oyunculuğunu beğenince diğer yapımlarını da takibe almaya başladım. Bunlar arasında 2007 yapımı Paradise Murdered filminin yorumlarının ve puanının fena olmadığını görünce bir şans vereyim dedim.
Film 1986'da sadece 17 kişinin yaşadığı bir adada meydana gelen sıra dışı olaylardan bahsediyor.

Filmin konusunu vereyim önce:
Peninsula'nın güney sahilinde Cennet Adası isminde 17 sakini olan bir ada vardır. Cennet Adası ismini nefes kesen dağları ve iyi huylu insanları sayesinde almıştır. Bu güzel vahaya gelenlerde dert, tasa ve stres uçup gider. Ama bir gün aniden adada birisi kaybolur, geride hiçbir iz bırakmadan. Kanlar içindeki iki ceset bulunduktan sonra ortalık iyice karışır ve herkes birer şüpheli haline gelir.
Kızgın deniz ana karaya gitmelerine mani olur ve tek iletişim aygıtları olan telsiz bozulmuştur. Adada tuzağa düşürülmüş insanlar birbirinden şüphe etmektedir ve görünmeyen bile olası bir şüphedir. Günden güne iğrenç sırlar açığa çıktıkça, cennet olan bu ada yavaş yavaş ölüm adasına dönüşür...

Film başladığında önce kim kimdir anlamaya çalışıyorsunuz. Bir doktor, bir öğretmen, adanın muhtarı diyebileceğimiz bir başkan ve geride kalan birkaç ada sakini. Adada her şey yolundadır, herkes çok mutludur. Hatta ada ülkedeki en iyi uzak ada olarak seçilmiştir ve ödül olarak adaya çuval çuval toz şeker gönderilmiştir.

Adada herkes mutlu mesut yaşarken bir sabah kalktıklarında cesetleri görürler. Bir kişi de kaybolmuştur. Katilin o olduğunu düşünüp aramaya koyulurlar ama onun da parçalanmış cesedine ulaşırlar.
Geride kalan ada sakinlerinin hepsi birbirinden şüphelenmeye başlar. Herkes büyük bir şok yaşar, farklı fikirlere kapılır, ölümler peş peşe gelir...
Sonrasında ise katili ve adadaki olaylarının nedenini öğrenmeye çalışıyoruz. Finale yaklaştıkça sır perdesi kalkıyor ve taşlar yerine oturuyor haliyle.

Gelelim benim filmle ilgili düşüncelerime. Öncelikle filmin ilk yarısında her şey çok karmaşık geldi bana. Kim kimdi, ne neydi diyordum ama sonra filme kaptırmışım kendimi. İkinci yarısına gelince ise resmen ada gerçekten bir cinnet adasına dönüyor. Olaylar çığırından çıkıyor. Gelen ölüyor giden ölüyor. Katil kim, nedeni ne, ölenler nasıl öldü, senarist ipin ucunu kaçırdı iyice olayı nasıl bağlayacak falan derken filmin sonunda buldum kendimi. Finalde ise aklımdaki tüm sorular cevap buldu.
Daha önce çok polisiye, suç, gizem tarzı yapımlar izlediğim için mi yoksa gerçekten çok mu ortadaydı her şey bilmiyorum ama birçok şeyi tahmin ettim ben, o nedenle çok şaşırmadım. Yine de resmin bütününü görmem mümkün olmadı tabii. Bu yüzden de finale kadar film merakımı diri tuttu.
Zaten filmi beğenme nedenim de bu. Heyecanını hiç kaybetmiyor, merak unsuru hep canlı kalıyor. Olayları ve nedenini iyi kötü tahmin etsek bile sonuna kadar izleme isteğimiz sürüyor.
Olay akışı, sonunun bağlanış şekli de tatmin ediyor bence. Kan ve mide bulandıran sahneler mevcut, araya korku da serpiştirmişler.
Park Hae-il'in oyunculuğu ise yine göz dolduruyor, onun için bile izlenir.
Bence türü sevenler için şans verilmesi gereken bir film. Beğendim ben, izlememe değdi. Tavsiye edilir.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Empress Ki / İmparatoriçe Ki (2013)

Tarihi dizi sever biri olarak daha yayınlandığı dönemde çok övülen, yüksek reyting alan bu diziyi uzun zamandır erteliyordum ama sonunda tavsiyelere kulak asıp izledim. Erteleme nedenlerimden biri Ha Ji Won ve Ji Chang Wook'u birçok kişinin aksine pek sevmememdi. Joo Jin Mo ise beğendiğim bir oyuncu olsa da öyle peşinden koşacak kadar da hayranı olmadığım bir oyuncu. Eee bu dizide beğendiğim oyuncu yok, Muhteşem Kraliçe'nin üzerine ikinci bir Bidam vakası daha yaşamak istemiyorum, konu akışı da az çok tahmin edeceğim türden olacak daha niye izleyeyim ki diyordum. Sonra madem övüldü, ben de tarihi dizi dedin mi dayanamam diyerek izlemeye koyuldum.
Öncelikle şunu söyleyeyim; Kore'nin uzun soluklu tarihi dizilerinin tadına daha önce bakıp da beğenmişseniz Empress Ki de sizi tatmin edecektir. Oyunculuk, kostümler, savaş sahneleri, düşmeyen temposu izleyiciyi diziye çekiyor. Birçok tarihi dizideki gibi olay akışının sadece konuşmalardan ibaret olduğu yapımlardan değil Empress Ki. Zaten öyle olmadığı için de sonuna kadar sıkmadan izlettiriyor kendini. Yani savaş yapılacaksa yapılıyor, plan kurulmuşsa uygulanıyor, tuzak kurulacaksa kuruluyor. Çoğu tarihi dizide sürekli sözü edilen ama bir türlü göremediğimiz o sahneler bu dizide bizlere gösteriliyor. Yani laf varsa icraat da oluyor. Bu da dizinin baştan sona hareketli olmasına, durağanlaşma dönemi yaşamamasına neden olmuş.
Kıyafetlere bayıldım, oyunculukları (bazı oyuncuları sevmesem de) beğendim.
Kendi adıma daha önce çok tarihi dizi izlediğimden olay akışını tahmin ettim, hatta şu bölümde şu olur diye düşündüğüm her şey oldu neredeyse. Bu nedenle olay kurgusu olarak beni etkileyen, şaşırtan bir şey olmadı. Çoğunu tahmin ettim fakat bu diziden sıkılmama neden olmadı daha önce bahsettiğim nedenlerden dolayı.

Gelelim dizinin etrafında döndüğü üç önemli karaktere. Aslında hikaye esas kızımızın nasıl Yuan İmparatoriçesi olduğunu anlattığı için iki erkeği daha çok onun yolunu açan anahtarlar olarak düşünmemiz gerekiyor. Yine de hani illa bir taraf seçeceksem benim tercihim hiç kuşkusuz ki Koryo Kralı Wang Yoo'dan yanadır.  Sonuçta dizi tam tarihi doğrular üzerinden gitmiyor, o nedenle ben karakterleri tarihe göre değil dizide yansıtılış şekline göre değerlendiriyorum. Kesinlikle sadece role hayat veren oyuncu nedeniyle bir karakterden yana taraf tutamam. Misal Ji Chang Wook'un canlandırdığı Togon karakteri tam da kendi ağzından ifade ettiği gibi bir karakter:
"Aptal, basiretsiz, korkak ve bencil biriyim."
Ben sırf yakışıklı bir oyuncu bu karakteri canlandırıyor diye böyle bir karakteri sevemem. Dizi boyunca da saçımı başımı yoldurttu bana zaten. Uzun zamandır bir dizide herhangi bir karaktere böyle sinir olduğumu hatırlamıyorum. Hani derler ya ekranın içine girip dövmek istiyorum, işte aynen öyle hissettim.
Zaten sonunda da yıktı imparatorluğu.
Dizi boyunca ergenlerden beter takıntılı aşkı, kıskançlığı uğruna yaptığı saçmalıkları ve çocuklukları izledik. Durum böyle olunca da devlet yönetimi ondan ona geçti, güç savaşları son bulmadı, kukla bir imparator olarak sonunda da öldü gitti, devleti de onunla yıkıldı.
Esas kızımız ne çekti bu herifi koruyacağım diye. Aldığı ilaç yüzünden tuhaf hayaller görüyor olsa da sonuçta bilinç altında olan şu düşünceler bence kendisi için dizideki en doğru tespitti:
"Sen beni asla öldüremezsin! Benim Nyang'ım var çünkü!
Nyang senin yanında olmasa beş kuruş etmezsin.
Sen; aptal, bir halt bilmeyen, korkak bir imparatorsun!"

Gelelim benim için çok daha sevilesi bir karakter olan Wang Yoo'ya. Diziyi Koreliler çektiği için biraz daha abartılmış, güçlü gösterilmiş bir karakter olduğuna hiç şüphem yok ama şundan da adım gibi eminim ki bu karakteri daha yakışıklı ve genç biri oynasaydı Yuan'cı tayfa Wang Yoo hayranı olacaktı.
Gerek içten ve karşılıksız sevgisi, "ben" değil "o" demesi, aşkın takıntı değil de sevdiğinin iyiliği olduğunu gösterişi, gerekse de ülkesi adına bir Kral gibi davranması bana Wang Yoo karakterini daha çok sevdirdi.
Ayrıca ben Jo Jin Mo'nun oyunculuğunu da çok beğendim. Ağlama sahneleri, dövüş sahneleri ve kral olduğunu vurgulatan sahnelerde ayrı bir beğendim kendisini.

Dizinin kilit noktası olan Nyang'a yani İmparatoriçe Ki'ye gelince, dediğim gibi Ha Ji Won çok sevmediğim bir oyuncudur ama hemen hemen her dizisini de izlemişimdir. Yapımları çok güzel oluyor, oyunculuğu da gayet iyi. Bu dizide de özellikle Zevce ve İmparatoriçe olduğu zamanlardaki güzelliği büyülüyordu gerçekten. O ciddi ve soğuk duruşuyla bu rol tam ona biçilmişti belli. Çok güzel kalktı altından. Bu rol için ondan daha iyi bir oyuncu adayı gelmiyor benim de aklıma.
Karakter olarak da kusursuzdu bence. Neredeyse hiçbir hareketine niye böyle yaptın dedirtmedi. Her davranışı mantıklı ve  kabul edilebilirdi. Tek bir aptallığı bile olmadı bence. Mesela Muhteşem Kraliçe'de Dokman'ı çok eleştirmiştim ama burada hayranlık duyulacak bir karakter oluşturmuşlar. Tabii bunda gerçek hayata yakınlık kısmı tartışılabilir ama sonuçta dizi izliyoruz burada.

Diğer karakterlerden de bir tek Tal Tal'ı beğendim. Ötekilerin hiçbirinde iş yoktu desem yeridir. El Temur karakterini de harcadılar bence. Adam öldükten sonra imparatorluğu çökerttiler resmen. Bir de Yeom Byung Soo karakteri var. Her delikten biten, bir o yana bir buna zıplayan, sürekli kötülük yapan ama onca kişi ölürken hep bir şekilde hayatta kalmayı başaran gıcık karakter. Fazla abartmışlardı onun bu dokuz canlılığını bence.

Çok mu beğendim diziyi, hayır. Bende Muhteşem Kraliçe daha büyük etki bırakmıştı hem duygusal olarak hem de tarihi olarak.
Fakat her şeye rağmen 51 bölümü de izlenebilir, tarihi dizi severlere önerebileceğim başarılı bir dizi.
Dizinin müzikleri de çok güzeldi, zaten bazılarını diziyi izlemeden önce de duyup beğendiğimden dinlemiştim defalarca. Çok sevdiğim 4MEN'in seslendirdiği Thorn Love hiç kuşkusuz ki en güzeliydi. Fragman niyetine de onun videosunu ekleyip yazıma son vereyim. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.