Malumunuz Güney Kore sinemasından sık sık sağlam yapımlar çıkıyor. Fakat bir süredir ses getiren pek filme rastlamak mümkün olmadı. En azından kendi adıma "Ode to My Father" sonrası gerçekten etkileyici bir filme rastlamadım. Fakat sonunda The Wailing ile bu zinciri kırıp bir "Vay be!" diyebildik.
Öncelikle türü sevmek lazım, yoksa film ne kadar iyi olursa olsun beğeni listenizin altında kalması kaçınılmaz olacaktır. Benim gibi gizem - gerilim türüne bayılıyor ve biraz da araya serpiştirilmiş korku ilginizi çekiyorsa sizi bu tarafa alalım. Zira film tam bizler için çekilmiş.
Daha önce "Yellow Sea" ve "The Chaser" filmleriyle büyük beğeni toplayan yönetmen ve senarist Na Hong Jin'in uzun zamandır beklenen yeni yapımı olan The Walling, izleyici yorumlarından gördüğüm kadarıyla bekleyenleri fazlasıyla memnun etmiş. Ben de o memnun kalan izleyicilerden biriyim haliyle.
Aslında filmin başları ağır bir şekilde neyin ne olduğunu anlamaya çalışmamızla ilerliyor. Buna rağmen ilgiyi hep canlı tutuyor. Sonrasında oldukça hareketleniyor ve merak unsuru iyice artıyor.
İzlerken fazlasıyla gerildiğim, ürktüğüm yerler oldu. Soluksuz kalıp şimdi ne olacak diye beklerken kurduğum tüm tahminlerde sürekli bir tereddüt yaşadım. Finalini ise tahmin ettim desem değil, etmedim desem hiç değil. Böyle ilginç bir ruh haline soktu beni işte.
Fimin konusuna da bakalım;
Güney Kore'de sakinleri birbirini çok iyi tanıyan bir dağ kasabasında hayat her zamanki gibi devam ederken kasabaya zekâsı ve kibar tavırlarıyla dikkat çeken ancak tek başına olmaktan hoşlanan bir adam taşınır.
Kasabaya gelişinden kısa süre sonra gizemli bir hastalık yayılmaya başlar.
Kasaba sakinleri hastalığın sorumlusu olarak yabancıdan kuşkulansalar da polis yabani mantar yüzünden zehirlendiklerini düşünmektedir.
Soruşturmanın başında yer alan polis memuru Jong-goo yabancı hakkında bilgi veren Moo-myung isimli gizemli bir kadınla tanışır. Akabinde Jong-goo'nun kızı da aynı belirtilerle hastalanır.
Umutsuzca kızını hastalıktan kurtarması için şaman Il-gwan'a emanet eden Jong- goo'nun gizemli olayı çözmekten başka çaresi kalmamıştır. (Konu alıntıdır)
Filmin süresi biraz uzun tutulmuş ama izlerken bu sizi rahatsız etmiyor. Gerek senaryosu, gerek işleniş ve kurgusu, gerekse de oyuncuları size etkileyici bir seyir zevki sunuyor. Kaçırmayın derim.
Şöyle güzelinden aşk konulu bir film ararken yolum nasıl olduysa bu filme düştü.
Günlük hayatta müziğe çok düşkün olmasam da izlediğim yapımlarda bol müzik olması, müzik konusunun işlenmesi hep hoşuma giderdi. Bu filmin de müzikal olduğunu ve güzel bir aşk hikayesini anlattığı yorumlarını görünce hemen izleme listemin başlarına çektim.
Sanırım gerçek anlamda izlediğim ilk müzikal film bu oldu. İlginç ama hoş bir deneyim oldu benim için. Fazla şarkı dinlemeyen, dinlediklerini de şarkı sözlerinin anlamına göre seçen biri olarak; olayların ve duyguların şarkılarla anlatılması, şarkılar aracılığıyla hissettirilmeye çalışılması çok hoşuma gitti benim. Danslar, kıyafetler, efektler, ortam sarıp sarmaladı beni. Filmin kış ortamında geçiyor olması ise benim gibi kar ve kış aşığı biri için artı bir özellikti. Zaman zaman ağırlaşan hikaye akışına rağmen filmden hiç kopmadım. Filmde aynı hikayeye iki kez ama farklı bir şekilde bakıyoruz aslında. Birinde geçmişte yaşanmış ve yarım kalmış bir aşkı izlerken, diğerinde geçmişte kalan o aşkın kahramanlarının 10 yıl sonra tekrar karşılaşıp bir filmde birlikte rol almasıyla yeniden alevlenen aşklarını izliyoruz. Kısacası film içinde bir film daha var.
Geçmişteki anılarla, çekilen filmdeki sahnelerin birbiriyle iç içe girerek işlenmesi yer yer kafamızı karıştırır gibi oluyor. Fakat bu bağı çözebilmek adına daha dikkatlice filme odaklanıyoruz. Ayrıca geçmişle şimdiki zaman arasındaki o gidiş-geliş sayesinde karakterleri tanıyıp iç dünyalarına inebiliyoruz. Bir filmde aradığım en önemli nokta da duyguları hissedebilmek olduğundan bu durum beni oldukça memnun etti.
Oyuncular arasında çok sevdiğim oyunculardan biri olan Ji Jin Hee'nin olduğunu fark etmemiştim. İlk sahnede onu görmek hoş bir sürpriz oldu benim için. Az ama öz rolüyle yakışmıştı filme.
Çin ve Hong Kong yapımlarına uzak olduğum için diğer oyuncuları ilk kez izlemiş oldum ama hepsini de beğendim. Özellikle de esas oğlan rolündeki Takeshi Kaneshiro'ya hayran kalmamak elde değildi.
Filmin finali beklenmedik oldu benim için. Farklı bekledim ama buruk bir final oldu... Düşündükçe ise olabilecek en mantıklı sondu belki de dedirtti. Film bütünüyle etkileyici bir etki bıraktı bende. Şarkı sözleri çok hoş ve anlamlıydı. Tekrar o şarkı ve dans sahnelerini izleme isteği duyuyorum. Belki vakit bulduğum bir zaman ikinci postayı yaparım.
Filmin verdiği mesaj ise acı ama gerçekti. İnsanoğlunun acı gerçeği...
Filmin sonunda buruk bir şekilde aldığımız o mesaj filme başlarken de şu anlamlı repliklerle veriliyor bize:
"Hayat bir film gibidir. Herkes kendi filminde başrol oynar. Bazıları, başkasının filminde onunla baş rolü paylaştığını zanneder. Ama gerçekte, sadece bir yardımcı oyuncudur. Belki de sadece küçük bir rolü vardır. Veya daha kötüsü, oynadığı sahneler çıkartılmış olabilir. Bunu sadece o bilmiyordur."
Evet, kocaman bir "vay be" ile başlamak yaraşır bu diziye. tvN kanalının son zamanlarda çıkardığı başarılı ve orijinal dizilerden sık sık bahseder eder olduk malum. Reply serisi, Misaeng, Twenty Again dizileri ise benim başlıca sevdiklerimden. İşte bunları bile solda sıfırda bırakan son dizi Signal oldu. Zaten aldığı reyting, yorumlar ve 2. sezonu dile getirtecek kadar kendinden söz ettirmesi de böyle düşünen tek kişinin ben olmadığımı kanıtlar nitelikte.
Öncelikle dizi hem konusu, hem türü, hem de oyuncuları bakımından tam benlikti. Diziyi, daha önce Memories of Murder filmi ve yine bir tvN dizisi olan Gap Dong'u izlemiş biri olarak bu yapımlarda da işlenen Kore'de gerçekten yaşanmış ve faili meçhul olarak kalan gerçek bir seri cinayet davasının bu dizide de işleneceğini öğrendiğimde daha yayınlanmaya başlamadan izleme listeme almıştım zaten.
Signal, geçmiş ile günümüz arasında iki dedektifin bir telsiz aracılığıyla birbirine gönderdikleri sinyallerle faili meçhul kalmış davaların çözümü için uğraşmalarını konu ediniyor. Tabii ki olay bununla sınırlı değil. Kahramanlarımız bu davaların peşinde koşarken olaylar arasındaki bağlantıları, birbirleriyle bilmedikleri kader ortaklıklarını, farkında olarak ya da olmayarak karşılıklı olarak hayatlarına nasıl etki ettiklerini de izliyoruz.
Hemen hemen her olayın bağlantılı olması, yıllar arasındaki geçişin ayrıntıların atlanmadan başarılı bir şekilde sunuluyor olması ve oyuncuların başarılı performansı diziyi ilk bölümden son bölüme kadar bir saniye bile göz kırpmadan izlememizi sağlıyor. Film tadındaki bölümleri izlemeye başlamanızla bitirmeniz bir oluyor adeta.
Dizide geçiş bölümü dedirtecek bir bölüm bile yok. Senarist ana konuya gelişi yavaş yavaş ama özenle işlemiş. Her olayı, merakı ve heyecanı kaybettirmeden mantığımıza oturtabilir bir şekilde sonlandırıp aklımızdaki soruların cevabını vermeyi başarmış. Alkışın büyüğünü hak ettiğine şüphe yok.
Böyle ağır konulu dizileri bu kadar akıcı şekilde, izleyici hikayeden koparmayıp sıkmadan ve anlaşılabilir şekilde işlemek zordur. Bunu başaran kurgu da azdır gerçekten. Bu da benim gibi türü sevenler için sıkıntı olmasa da türe ilgi duymayanları birçok güzel diziden uzak kalmasına neden olmuştur. Fakat Signal herkese hitap edecek, bir şekilde kendine çekecektir diye tahmin ediyorum.
Dizideki üç ana karakterin de çok başarılı yansıtıldığını, duygu aktarımlarının kusursuzca yapıldığını düşünüyorum. Geçmişle günümüz arasındaki o geçişler oyuncuların da katkısıyla oldukça etkili bir şekilde sunulmuş. Hele ki diziyi izleyenlerin favorisi haline gelen "Lee Jae Han" karakterine bir vurgu yapmazsam ayıp olur zaten. Kendisini daha önce birçok yapımda izlemiş ve çok beğenmiş olduğum, hatta Tree With Deep Roots dizisindeki Moo Hyul karakteriyle aklımda kalıcı olarak yer etmiş olan Jo Jin Woong bu dizideki Lee Jae Han karakteriyle kariyerinin zirvesine ulaştı bence. Sanki oyuncu değil de gerçekten o kişiydi. Öyle doğal, öyle içten, öyle gerçekçi... Ağlaması, gözlerinin dolması, öfkelenmesi, üzülmesi, adaletsizliğe karşı duruşu... Gerçekten böyle insanlara hasret olduğumuzdan mıdır bilemem ama herkesin hayranlık duyduğu, bir noktadan sonra diziyi en çok da onun için izlediği bir karakter oldu.
Yine çok sevdiğim ve başarılı bulduğum genç yeteneklerden Lee Je Hoon da canlandırdığı Park Hae Young karakterinin hakkını vermişti dizide. Kafasının karışıklığı, hataların düzeltilmesi için elinden geleni yapması, abisinin davasında gerçek suçluyu bulma çabası, ağlaması, üzülmesi, Lee Jae Han'ı kurtarma uğraşları... her birini yaparken olayları gerçekten yaşamış gibi inandırıcıydı.
Kim Hye Soo'yu ise ilk bölümlerde biraz yadırgasam da sonraları ona da ısındım ve çok beğendim. Özellikle geçmişteki sahneleri çok hoşuma gitti. Son bölümlere doğru ise o da etkileyici bir performans ortaya koydu.
Üç oyuncunun da karakterine bürünüp, olabilecek en samimi şekilde karakterleri bize sunduğu fikrindeyim ben. Senarist kadar bu üçlü de kocaman bir alkışı hak etti.
Diziyle ilgili tek olumsuz eleştirim faili meçhul davalar ekibindeki diğer iki dedektifin biraz geri planda kalmış olması olur. Onları biraz daha olayların içinde görmek isterdim, çok etkisiz kalmışlar.
Finale gelirsek... finale tam final diyemiyorum aslında. Finali izlemeden önce 2. sezon söylentilerini okuduğumdan mı, son bölümün gerçekten ikinci sezon olacakmış gibi bitirilmesinden mi yoksa diziyi çok sevdiğim ve hiç bitmesin diye düşündüğümden mi bilmem ama hâlâ izlediğim son bölümün final bölümü olduğunu kabullenemedim. Sanki yarın yeni bölüm gelecek ben de açıp izleyecekmiş havasındayım.
Evet finalde olaylar güzel toparlandı, bağlantılar güzel kuruldu, aklımızdaki birçok soru cevabını buldu ama hani bir de 2. sezona açık kapı bıraktı ya ben de aynen öyle açık bıraktım bu dizinin son bölümünü. Her an devamı gelecekmiş gibi...
E tabii ki her güzel şeyin sonu olduğu gibi bu diziye de şimdilik son vermiş olduk. Tadı hâlâ damağımda, düşünceleri aklımda, oyuncuların halleri gözlerimde kalmış durumda. Şimdiden özledim diziyi. yerine izleyecek aynı etkiyi yapacak yeni bir dizi bulmak zor olacak. Çaresizce 2. sezon çıksın diye beklemekten başka elden bir şey gelmiyor. Neyse ki oyuncular da senarist de 2. sezon için olumlu sinyaller verdi bize.
Sonuç olarak izlemeyi düşünüyorsanız vakit kaybetmeyin. Düşünmüyorsanız da an itibariyle düşünmeye başlayın derim. Şiddetle tavsiye ettiğim, izlemezseniz yazık olur dediğim nadir yapımlardan oldu.
Dizinin müzikleri de çok hoştu. Fragman niyetine en sevdiğim ost eşliğinde bir video ekleyip, gidip biraz daha dizinin bitmesinin yasını tutayım ben...
Malumumuz hiçbir şey, hiç kimse dışarıdan göründüğü gibi değildir. En güvendiğimiz, en yapmaz dediğimiz kişilerin neler yaptığı ya da yapabilecek olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yoktur aslında. Veyahut da dıştan normal, dertsiz tasasız görünen birinin içinde kopan fırtınalardan kimsenin haberi olmaz.
The World of Silence da bu noktadan yola çıkarak yüreğimize dokunacak bir hikaye sunuyor bize.
Filmin ana teması kimsesiz çocuklar. Çektikleri yalnızlıklar, uğradıkları tacizler, kendi sessiz dünyalarındaki yalnızlık... Onlarınki gerçekten sessizlik.
İnsanların zihnindekileri hissedebilen biri olan Jung Ho, annesi komada olduğu için ona emanet edilen küçük kız Soo Yeon ile yaşamaya başlar. Jung Ho çok az konuşan soğuk biridir. Fakat zaman geçtikçe Soo Yeon'la aralarındaki bağ gelişir ve onu korumak için uğraşır.
Öte yandan kimsesiz küçük kız çocuklarını kendine hedef seçip öldüren ve bir türlü bulunamayan katilin sıradaki kurbanının Soo Yeon olduğunu düşünen polisin amacı ise katili yakalamak ve Soo Yeon'u korumaktır.
Film, adı gibi sessiz başlayıp öyle devam ediyor. Beklediğimden daha durağan ilerlese de bir saniye bile sıkılmadım. Ben de o sessizlikte kaybolup gittim.
Jung Ho ve Soo Yeon arasında oluşan o saf bağlılığı, birbirlerini kabullenişlerini izlemek gerçekten güzeldi. Zaten filmde de iki yalnız insanın birbirlerine yoldaş olması işlenmek istenmiş bir nevi.
Bunun yanı sıra filmde katil kim sorusu sürekli kafanızı kurcalıyor. Herkesten şüpheleniyor, bağ kurmaya çalışıyorsunuz ama nafile. Sanırım katili doğru tahmin eden çok az kişi çıkacaktır.
Filmin sonunda ise bizi şaşırtan, beklemediğimiz bir sır bizi bekliyor.
Tabii bir de bir fedakarlık sahnesi var ki sormayın... Sonuç olarak yürek burkan, içimize oturan, mutlaka izlenmeli dedirten bir film çıkmış ortaya. Sulu gözlü iseniz ağlamanız da olası.
Bundan sonra afişini bile görsem içimi acıtacak bir film oldu benim için. Çok dokundu...
Kim Sang Kyung ismini görüp izlemeye karar verdiğim filmde kendisi yine başarılı bir oyunculuk sergilemiş, bu adamı izlemeyi gerçekten seviyorum. Diğer oyuncular da oldukça iyiydi.
İlk fırsatta bir şans verin derim. İzlemekte geç kalmışım ben, en azından siz yol yakınken hemen izleyin.
Evet, geldik bir Reply serisinin sonuna daha.
Öncelikle yazım ağır spoiler içerir bilginize...
Reply 97'yle başlayıp 94'le tavan yapan sevgim 98'le devam etti. Hani 200 bölüm olsa izlerim derdirten bir dizidir Reply benim için. En sevdiğim olan Reply 1994, 88'in ardından da birinciliğini korumayı başardı. Fakat 1988 de 2. sıraya yerleşmeyi bildi.
Vee 3 Reply serisinde de koca adayından taraf olup sonunda yüzü gülen taraf olmanın da haklı gururunu yaşıyorum. Fakat bu kez koca kim sorusunun cevabında ters köşe olduğumu da itiraf etmeliyim.
Reply 1988, diğer iki seriye göre daha çok aile ve arkadaşlık üzerinde duruyor. Dönemsel öğeler ve yaşayış daha ön planda. Komşuluk ilişkileri, mahalle arkadaşlıkları, paylaşma, saygı, yardımlaşma, düşünceli davranma, fedakarlık ve daha buna benzer nice duyguyu işledi dizi. Yer yer kahkalarla, yer yer gözyaşlarıyla... Sıcacık ve samimi ortamı, insanın içini ısıtan içtenliği, sanki gerçekten o dönemde yaşıyormuş hissi uyandıran gerçekçiliği harikaydı.
88'de senarist koca kim olacak olayını çok geri planda tutuyor diğer serilere göre. Günümüz sahnelerini yok denecek kadar az veriyor. İlk bölümlerde Sun Woo - Jung Hwan ikilisini bir anda Taek- Jung Hwan kapışmasına döndürüyor. Kocayı anlamayalım diye Deok Sun'la Jung Hwan ve Taek sahnelerini çok yüzeysel geçtiği için de bize iki güzel aşık çift sunuyor çift özlemimizi gidermek için. Bo Ra ve Sun Woo çifti ile Jung Bong ve Mi Ok çifti. Hatta bir de Taek'in babası ve Sun Woo'nun annesi var.
3 çift sayesinde de eğlenceli ve romantik sahneler yaşadık. Saf ve masum sevgisi gördük.
88'de diğer serilerin aksine 5 çocukluk arkadaşının aile hayatlarının hepsine şahit olduk. Aile bağlarını, o samimiyeti, birlikteliği derinden hissettik. Aile içindeki saygınlık ve bağlılık bugünlerde iyice yitirdiğimiz bir değer maalesef. İnsan izlerken duygulanmadan edemiyor.
Dizinin afişlerine daha çıkar çıkmaz bayılmış, dizinin o samimi havasını izlemeye başlamadan hissetmiştim.
Müzikleri de ayrı güzeldi yine. Tabii dizi içerisinde sürekli bahsi geçen dönemin ünlü oyuncu ve şarkıcılarının birçoğunu tanımıyordum ama yine de sık sık çalan eski şarkılara bayıldım.
Diziyle ilgili yalnızca iki şikayetim var. Daha önceki serilerde çok sevdiğimiz esas kızımızın anne ve babasını oynayan karakterlerin bu seride çok geri planda kalması. Hele hele ki baba rolündeki Sung Dong Il'i diğer serilere göre çok pasif buldum, keşke daha atarlı olduğu o diğer serilerdeki halini biraz daha fazla görebilseydik.
Bir de birçok kişi için pek rahatsız edici olmasa da ben her şeye rağmen koca faktörünün bu kadar geri planda kalmasını istemezdim. Ne olursa olsun Reply ruhunda "koca kim" sorusu büyük bir önem arz ediyor. Birçok bölüm sonunda bu konu hakkında hiçbir fikir oluşmadı kafamızda. Taek'le de Jung Hwan'la da olan sahneler çok yavandı. Bu da koca kim olursa olsun çift arasındaki aşkın derinliğinin hissedilmesinin eksik kalmasına neden oldu.
Yine de çift arasındaki aşkın derinliğini görememiş olsak da iki koca adayının da kıza olan sevgisini en güzel haliyle gördük. İkisi de farklı baktı kıza, ikisi de farklı güldü onu görünce, ikisi de öteki arkadaşının ondan hoşlandığını öğrenince kalbi acıya acıya vazgeçti itiraf etmekten. Taek rolünü oynayan oyuncu da Jung Hwan rolünü oynayan oyuncu da bana bu duyguları gerçekten hissettirdiler. Kızı gördükleri zamanki o kocaman gülüşleri ve o gözlerinin içinin güldüğü bakışları çok hoştu gerçekten.
İki koca adayı da sessiz ve soğuktu. Birini ötekinden ayırmak haksızlık olur bence. Taek'i yavaş ve konuşmayan kişi olarak yaftalayanlar vardı, bence Jung Hwan'ın da ondan bir farkı yok. İkisi de mesafeli, soğuk ve gizemli takıldı dizi boyunca. Tek fark Jung Hwan'ın ihtiyaçlarını giderme konusunda biraz daha becerikli olması. Taek'in o konudaki eksikliği de "Go" oynuyor olması. Go oynayanlar hakkında az çok araştırma yaparsanız çoğunun asosyal olduğunu, bu şekilde Go hariç diğer konularda geri kaldığını görürsünüz.
Burada Taek veya Jung Hwan karşılaştırması yapma niyetinde değilim ama Jung Hwan severlerin çoğunun sırf koca o olmadı diye Taek'e biraz haksızlık ettiğini düşünüyorum. Ben ikisini de ayrı sevdim. Kim koca olursa olsun da diğeri için üzülecektim ister istemez. Taek sevgim biraz daha ağır bassa da körü körüne de onun için yanıp tutuşmuyordum. Senarist hemen hemen hep yarı yarı şans vererek ilerletti senaryoyu zaten.
Gerçi öyle yapmasaydı da fark etmezdi. Dizide sevmediğim tek karakter bile yoktu sonuçta. Herkesin deli olduğu Bo Ra'yı bile en başından beri seviyordum. O yüzden kim mutlu olursa ben de mutlu olacaktım, kim üzülürse ben de üzülecektim. O yüzden Jung Hwan için de üzüldüm elbet fakat kendisinin dizideki rolü maalesef terreddüt ettiği için aşkını kaybeden kişi olmaktı. Senarist onun vasıtasıyla "fırsatınız varken yapın; tereddüt etmeyin, geç kalmayın, hayat geç kalanlara acımaz." mesajını verdi bize. Tabii hepimizin içini burkan bir mesaj verme yöntemi oldu bu ama Reply senaristinin ikinci oğlanı harcamadaki acımasızlığını çok iyi biliyoruz. Hepimizin sık sık başına geldiği cesaret edemeyip kaçırdığımız birçok fırsatın en iyi örneği olduğu için sevdik belki de Jung Hwan'ı bu kadar. Kaderi suçlamak biz insanoğlunun kendi hatasını örtme adına sığındığı en kolay liman oluyor. Oysa ki her şey tereddüt etmemizden ibaret. Kader dediğimiz şeyi de seçimlerimiz oluşturmuyor mu zaten? Fırsat varken değerlendirmezsek kaçan balık da büyük oluyor haliyle. Jung Hwan'ın ilk aşkına vedası belki de bu yüzden çok içimize dokundu.
Her şeyiyle harika anlar yaşattı dizi, her bölümü sinema tadında ve uzunluğundaydı. Bir iki ufak nokta dışında sıkılmadım hiç izlerken. Her karakteri, anlatılan her olayı, her duyguyu ayrı sevdim. Her bölüm bittiğinde niye bitti diye üzüldüm. Final yapınca da yerini büyük bir boşluğa bıraktı haliyle.
4. Reply gelir inşallah diye umut ederek favori çiftim Taek ve Deok Sun'un sahnelerini içeren şu MV'sini ekleyerek yazıyı bitiriyorum.