7 Şubat 2014 Cuma

Voice of a Murderer / Geu nom moksori (2007)

 BİR KATİLİN SESİ
Bir daha Kore'nin gerçek olaydan uyarlama yapımlarını izlersem 4 olsun. Evet, bu üçüncüydü ve ben dersimi ancak aldım. Yani sanırım almışımdır artık...
Her biri kalbimi ayrı yaktı ve hiçbiri istendik yönde ilerleyip istendik yönde sonlanmadı.
Daha önce bahsettiğim Silenced filmi ilk darbeyi vurmuştu, dersimi almayıp bir de Memories of a Murderer adlı filmi izledim ve yine saç baş yoldum. Zira orada da 1986 yılında yaşanmış ve çözülememiş bir seri katil davası vardı. Buna rağmen dersimi almayıp bir de bu filmi izledim.
Artık kolay kolay cesaret edip de "Gerçek hikayeden uyarlamadır." yazısını gördüğüm dram/seri katil içerikli filmleri izleyeceğimi sanmıyorum. Hayır yani bünyeme zarar. :(
"Kaçırdığı çocukların aileleri ile kedi fare oyunu oynamayı seven bir seri katil. Haber sunuculuğu yapan bir adamın oğlunu kaçırır ve aileden fidye ister. Oyunu kendi kurallarına göre oynamayı seven sıra dışı katil ile aile ve polis arasında uzun bir takip başlar."
Filmin konusu bu ve geneli bu istikamette gitse de bir filmi güzel yapan size hissettirdikleri, oyuncuların sanki gerçekten onlar yaşamış gibi başarılı bir şekilde o role bürünmeleri ve tabii ki filmin içine girebilmeniz.
Bu filmi de bu kısımlar üzerinden ele alırsak özellikle baba rolündeki Sol Kyung Gu ve anne rolündeki Kim Nam Joo çok iyi iş çıkarmış. Hele hele son sahne en vurucu kısım olmuş. Beklemiyordum yani bunu.
Bu nedenle de son ana gelene dek etkilenmeyeceğim sanırım bu filmden düşüncem bir anda yerle bir oldu. Hatta kanım dondu desem yeridir.
Filmle ilgili eleştireceğim tek şey en başlarda filme kendimi kaptıramadım. Yani ağır mı ilerliyor desem, sahneler mi kopuktu desem bilemiyorum ama ikinci kısımda daha fazla beni içine çektiği bir gerçek.
Son olarak değineceğim şey ise filmde katili seslendiren benim de çok sevdiğim bir oyuncu olan Kang Dong Won, bilginize.
Sonuç olarak ruh halinizin kaldıracağı bir anınızda kesinlikle tavsiye ederim. Mutlaka izleyin.

2 Şubat 2014 Pazar

War of the Arrows / Arrow, the Ultimate Weapon (2011)

Okların Savaşı
Bir kahraman doğar, efsane başlar...
Taa ilk altyazısı çıktığında indirdiğim, her film izleme söz konusu olduğunda öne attığım film olmasına rağmen bir türlü kısmet olup da izleyememiştim filmi. Öyle ki evdekiler bile bu kez kesin izleyeceğim bu filmi dediğimde bana gülmeye başlıyorlardı. İşte durum bu hali almışken geçen gece artık şeytanın bacağını kırıp filmi açtım ve ne olursa olsun bu gece bitireceğim dedim. Zaten bunu dememim üstünden çok fazla zaman geçmeden kendimi filme kaptırmış olacağım ki ne zaman sonuna geldiğimi hiç anlayamadım.
Özellikle benim gibi tarihi yapımları seviyorsanız bu bile tek başına filmi izlemenize yeter. Ha oldu ki pek aranız yok tarihi yapımlarla yine de keyifle izleyeceğinize, hatta tarihi yapımlara olan önyargınızın kırılacağına inanıyorum.
Film başrolümüz olan Na Mi ve kızkardeşi Ja In üzerinedir aslında. İki kardeş babalarının haksız yere hain ilan edilip öldürülmesinden sonra kaçarak babasının arkadaşının evine sığınırlar. Na Mi'ye babası tarafından emanet edilen bir yay vardır. İki kardeş orada gizlice yaşarlar. Ev sahibinin oğlu ile Ja In birbirini sever ve evlenmelerine karar verilir. Tam düğün günlerinde Chosun yani günümüz Kore'si, Çin tarafından saldırıya uğrar. Çinliler gelip halkı esir alır. Kız kardeşinin esir alınıp Çin'e götürüldüğünü anlayan Na Mi peşlerine düşer. Na Mi yayını çok ustaca kullanmaktadır. Bu sırada Çinli savaşçılarla arasında kovalamaca başlar.
Harika bir görsel şölen sunuyor bize film. Bunun yanında temposu hiç düşmüyor. Dövüş sahneleri, kovalamaca sahneleri güzel yansıtılmış. Çinli okçuları/savaşçıları canlandıran karakterler de gayet iyiydi.
Filmi uzun süre izleyemememin verdiği bir fazla beklentim yok durumu hasıldı bende ama beni fazlasıyla tatmin eden, soluksuz izlediğim bir film oldu.
Özetle seyir keyfi, temposu, heyecanı yüksek mutlaka izlemeniz gereken bir yapım.
Tavsiye edilir şiddetle. Benim gibi yapıp geciktirmeyin hatta.

31 Ocak 2014 Cuma

Silenced / The Crucible (2011)

SESSİZLİK
Film izleme faslıma devam ederken kuzenimin "sosyal içerikli" olsun istemiyle gözüme takılan film bu kez Silenced oldu. Çok uzun zamandır izlemeyi düşünsem de kendimi izleyecek ruh halinde bulamıyordum. Gerçi şimdiki düşünceme göre bu filmi izlemek için uygun bir ruh hali mevcut değil zaten. Açıp gerçeklerle yüzleşmeyi göze almak lazımmış... Tabii bu kez seçtiğim filmin bu olmasının tek artısı filmi tek başıma izlemek zorunda kalmamak oldu. Zira izledikten sonra ya günümüz dünyasının acı gerçeği olan "adalet, güçlünün isteğine göre işler"in yüzüne çarpılmasıyla kafanı duvarlara vurmayı ya da en azından seninle aynı duyguyu hissedenlerle konuşup biraz sakinleşmeye çalışmayı isteyeceğiniz kesin.
Öncelikle bilinmesi gereken film gerçek bir olayı anlatıyor. Nerede okuduğumu hatırlamasam da, "Filmlerde anlatılanlara acımasız diyorlar oysa ki gerçek hayat daha acımasız." benzeri bir ifadeye rastlamıştım. İşte bu nedenle olacak ki bildiğimiz klasik filmlerdeki gibi güldürmüyor, şaşırtmıyor, değişik ya da istendik yönde bir son vaat etmiyor. İşte bu nedenle de daha çok can yakıyor aslında. Çünkü olan her şey gerçek... Tam da gerçek dünyada olduğu gibi.
Film, bir sağır ve dilsizler okulunda okul yönetcileri ve öğretmenlerinin çocuklara uyguladıkları şiddeti ve cinsel istismarı anlatıyor. Okula giden yeni öğretmen durumu fark eder ve olay mahkemeye taşınır. Lakin okul yöneticilerinin eli çok uzundur ve yargı da dahil onların yanındadır. Hal böyleyken de çocukları savunup, onlara bu kötülükleri yapanların cezalandırılması için çetin bir mücadele başlar.
Doğrusu filme başlarken bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. Yer yer sahnelere bakamama, sarma gereksinimi duydum. Belli bir noktadan sonra artık benim de çocuklar gibi sesim çıkmadığını, hiçbir şeye tepki veremediğimi fark ettim. İnsan olan herkes etkilenecektir eminim filmden.
Oyunculara gelince başta çocuk oyuncular olmak üzere çok iyi iş çıkartmışlar.

Filmin sonunda ise, "Bırak uğraşmayı, dünyayı değiştiremezsin. Düzen böyle. Herkes böyle yapıyor..." gibi şeyler söyleyip insanların belki çaresiz, işe yaramayacak ama ısrarlı adalet arayışlarını gereksiz gören insanlara güzel bir gönderme vardı.
"Mücadele etmemizin sebebi dünyayı değiştirmek için değil, dünyanın bizi değiştirmesine izin vermemek için."

29 Ocak 2014 Çarşamba

Film Kuşağı

Gerek zamansızlığımdan, gerek beni kendine bağlayan bir yapım bulamadığımdan olacak ki şu sıralar Uzakdoğu dizi dünyasından oldukça kopuk durumdayım. Bu nedenle onca vakitsizliğimin arasında arada tembellik yapıp her şeyi boşverip bir şeyler izleyeyim dedim. Bu aşamada da kısa süreli kaçamak imkanı sunan film izlemek tercihim oldu haliyle.
Uzun zaman önce indirip stok yaptığım filmler arasından seçim yaptım. Ayrıca bir süredir beklediğim, izlemeyi düşündüğüm filmlerin İng. altyazısı da çıkmışken bu filmlere hem Türkçe altyazı kazandırmış olayım hem de izleyeyim diyerekten kendime ortak çevirmenler de bulup 2 filmin de çevirisini yaptık.

Toplamda bahsedeceğim 4 film oldu özetle. 2'si hazır çeviriden, 2'si de bizim çevirimizden. Önce çevirdiğim yapımlardan başlayayım.

The Terror Live (2013)
NAKLEN TERÖR
"Hayatta Kalmak İçin Canlı Yayında Kal..."
Yoon Young Hwa, haber sunuculuğundan alınıp bir radyo programının sunuculuğuna verilmiştir. Tam da yeni programının ilk haftasında bir dinleyici programa katılır, köprüye bomba koyduğunu ve patlatacağını söyler. İlk başta buna inanmayan sunucu ilk patlamayla durumun ciddiyetini anlar ve hemen saldırıyı gerçekleştirdiğini iddia eden kişiyle canlı yayında konuşmak ister. Bu hem reytingleri arttıracak hem de ona eski popülaritesini kazandırıp haber sunuculuğuna dönmesini sağlayacaktır. Teröristin ise tek bir isteği vardır o da Başbakan'ın stüdyoya gelip tüm halkın önünde özür dilemesidir.

Film tamamında neredeyse aynı ortamda geçse de heyecanınızı ve dikkatinizi hep uyanık tutuyor.
Bir sonraki sahnede ne olacağınızı merak ediyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki sona gelmişsiniz.
Sağlam bir sistem eleştirisi yapan film, güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğine, her zaman bir günah keçisinin nasıl var edildiğine değiniyor. Sonunda da beklenmedik bir sonla veda ediyor bize.
Eksikleri tabii ki vardı her yapımda olduğu gibi ama kesinlikle izlenmesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum.
Film kendine Kore'de 5 buçuk milyonun üzerinde seyirci bularak vizyonda olduğu sürede en çok izlenen filmler arasında yerini aldı.
Son olarak da filmi neredeyse tek başına sırtlayan ve harika oyunculuğuyla izleyiciyi ekrana kilitleyen Ha Jung Woo'yu da tebrik ediyorum.

Hide and Seek (2013)
SAKLAMBAÇ
"Ya Evimde Bir Yabancı Varsa... "
Kore'nin ağır toplarından olan Son Hyun Joo'nun başrolünde olduğu ve yine deyim yerindeyse oyunculuğunu konuşturduğu bu film de yine izlenmeye değecek yapımlardan biri.
Öncelikle filmdeki gerilimin yanısıra biraz da psikolojik öğeler mevcut. Bu da sizi daha fazla geriyor tabii ki.
Sung Soo, karısı Min Ji ve çocukları ile lüks bir dairede yaşayan başarılı bir iş adamıdır. Bağını kestiği abisi dışında hayatı gayet iyi gitmektedir. Bir gün Sung Soo abisinin kaybolduğunu söyleyen bir telefon alır. Bunun üzerine 10 yıl sonra ilk kez onu aramak için abisinin dairesinin olduğu binaya gider. Orada her kapının üzerine kazınmış tuhaf semboller görür. Ayrıca onları gözleyen biri olduğuna inanan ve korku içinde yaşayan Joo Hee ve kızı ile tanışır. Sung Soo kapılara kazınmış sembollerin cinsiyet ve kişi sayısını gösteren "Saklambaç şifreleri" olduğunu anlar. Evine döndüğünde ise benzer semboller kendi kapısına da kazınmıştır.
Bundan sonra ise aile diken üstüne yaşamaya başlar, artık can pazarı başlamıştır...
Film Kore'de vizyona girdiğinde beklenmedik büyüklükte bir izleyici bulmuş kendine. 5 milyon 600 binin üzerinde bir rakama ulaşmış. Ayrıca ödüller de almış. Filmde açıkta kalan, anlamlandırmakta zorlandığımız kısımlar olsa da yaklaşık 2 saat boyunca sıkmıyor sizi. Meraklandırıyor, geriyor... Özetle benim gibi eğer bu türü seviyorsanız izlerseniz vakit kaybettiğinizi düşünmeyeceksiniz bence.

 Gelelim diğer iki filme:

The Flu (2013)
Grip
"Ölüm Soluduğun Havada..."
Bugünlerde kendim de dahil ciddi bir grip salgınıyla karşı karşıyayız. Hal böyleyken de uzun zamandır izlemeyi düşündüğüm "The Flu" aklıma geldi, günün anlam ve önemine binaen hasta yatağımda açıp izleme kararı aldım. Tabii filmi izlerken halime milyonlarca kez şükrettim orası bir gerçek.

Aslında daha önce birkaç kez salgın hastalıkların anlatıldığı yapımlar izlediyseniz bu filmde de durumun çok farklı olmadığını göreceksiniz. Yine de oyuncularıyla beni benden aldı film.
Jang Hyuk'u da Soo Ae'yi de çok ama çok severim. Yine beni yanıltmadılar ve oyunculuklarını gösterdiler.
Onlara ek olarak filmimizin küçük kahramanı da kendine hayran bıraktı beni.
Ülkeye kaçak giren mültecilerle yayılan ölümcül bir grip salgını kısa sürede Seul'e 12 km uzaklıktaki bölgede yayılmaya başlar. Öyle güçlü bir virüstür ki bir günü tamamlamadan bulaştığı kişiyi öldürmektedir. Durum böyle olunca bölge karantinaya alınır, can pazarı başlar, insan hayatının değeri kalmaz yetkililer gözünde.
Bu sırada olaya Amerikalılar da dahil olur ve toplu ölümler başlar. Söz artık devlettedir.
Bir yandan kızını kurtarmaya çalışan bir anne ve onlara yardımcı olmaya çalışan bir kurtarma görevlisinin durum karşısındaki uğraşlarını izlerken öte yandan da virüs için antikor üretmeye çalışıldığını görüyoruz.
Sonlara doğru ise küçük kızımızın annesi için ağlayışları ve yalvarışı kalbimize dokunuyor ve gözlerimizi yaşartıyor.
Filmde konu olarak yeni bir şey yok ama yine de adrenalinli bir şeyler izleyeyim, kurgu ve oyunculuk da iyi olsun diyorsanız bu film sıkmadan size hoş bir 2 saat yaşatacaktır.
Kısaca ifade edersek; güldürdü, heyecanlandı, üzdü, ağlattı... Güzeldi!

All About My Wife (2012)
Karım Hakkındaki Her şey
Hep gerilim hep gerilim nereye kadar deyip bu kez kendime bir romantik komedi seçtim. Tabii seçim yaparken yine en büyük etki oyunculardaydı. Sevdiğim iki kişi çift olarak karşıma çıkınca o yapımı izlemekten kendimi alamıyorum. Im Soo Jung ve Lee Sun Gyun'un harika bir çift olduğu film gülmekten öldürmese de eğlenceli dakikalar yaşatıyor bize.
Gevezenin de ötesinde bir çeneye sahip olan karısının dırdırından bıkan esas oğlanımız ona boşanmak istediğini bile söyleyememektedir. Ne kadar denese de karısından kaçamamakta, yalnız kalamamaktadır.
Ne yapacağını bilemez bir haldeyken komşusunun bir kazanova olduğunu öğrenir. Onunla konuşup karısını baştan çıkarmasını ister. Böylece karısı boşanmayı kendi isteyecektir. Bu plan doğrultusunda her şey işlemeye başlar ancak beklenmedik şeyler olur ve işler karışır...
Tipik bir romantik komediydi. İzlerken oldukça eğlendim ben.
Fazla bir beklentiniz olmadan hoş vakit geçirebileceğiniz, kafa dağıtmanıza yarayacak hoş bir film.

21 Aralık 2013 Cumartesi

Reply 1994 // Answer Me 1994 (2013)

Uzunnn uzunnn zamandır ayıla bayıla bir dizi izlediğimi, bir karakteri çok sevip dilimden düşüremediğimi hatırlamıyorum. Öyle ki izleyip hakkında iki çift laf edeyim dediğim dizi bulmakta zorlanır oldum. Tabii bunun nedeni Uzakdoğu adına izlediğim yapımların 200'ü aşması ve artık evirip çevirip aynı şeyi izliyormuşum havasına kapılmış olmam olabilir.
İşte tam bu düşünceler içindeyken Reply 1994'ü izlemeye başlamış bulundum Yeppudaa çevirmenleriyle ortak çeviri projemiz olduğu için. Daha önce Reply 1997'yi izlemiş olsam da bu kadar beğenmemiştim. 1994 daha ustaca ve güzel işlenmiş kesinlikle. Karakterleri daha bir sevilesi, aşk üçgeni daha bir merak edilesi olmuş.

Dizi 1997 versiyonunda da olduğu gibi esas kızımızın kocasının kim olacağı konusunda bizi merakta bırakmakta. 1994 yıllarından başlayarak dönemin ayrıntılarını, önemli olaylarını esprili ve oldukça samimi bir şekilde bize sunuyor. Oyuncular rollerine çok iyi bürünmüş. Oluşan ortam öyle doğal öyle içten olmuş ki o dönemleri az çok yakalamış herkesin kendinden bir parça bulması kaçınılmaz olmuş.

Bir ailenin pansiyon olarak kullandıkları evlerinde kalan üniversite öğrecilerinin hikayelerini anlatıyor dizi.
Bu pansiyonerlerden biri pansiyon sahibi ailenin tek kızının kocası olacak ama finale az bölüm kalmış olmasına rağmen esas kızımızın kocasının kim olduğunu kesin olarak anlamamış durumdayız. Her ne kadar tüm bölümler boyunca Çöp oppa olması çok ama çok kuvvetli ihtimalmiş gibi görünse de asla pes etmeyen, kızımızı tek taraflı ve derinden seven Chil Bong da kafalarımızı karıştırmıyor değil. Senarist de bu ikilemi öyle bir yansıtmış ki, tam emin oldum dediğiniz anda kafa karıştıracak bir şeyle işleri yine sarpa sarıyor.


Her ne kadar dizideki tüm karakterleri istisnasız çok ama çok sevsem de bu noktada resmen aşık olduğum Çöp oppaya ayrıca değinip ona olan hayranalığımdan bahsetmeden yapamayacağım.
Birçok kişi gibi Çöp oppanın rakibi olan Chil Bong karakterini de sevsem de Çöp oppa resmen beni fangirl moduna sokup yüreğimi hoplatıyor.

Çöp oppa kimdir peki?
Memleket: Masan,  Lakabı: Çöp
Tıp öğrencisi, dehası sayesinde sürekli sınıfının birincisi.
Lakabını da biraz fazlasıyla hak ettiğini itiraf etmeliyim ki çok pasaklı bir kişilik kendisi, yer yer gıcık da olabiliyor. Buna rağmen bir insan ancak bu kadar vurdumduymaz ve pis görünüp öte yandan ancak bu kadar karizmatik, sevimli ve sempatik biri olabilir. Tabii ki bu role hayat veren oyuncu Jung Woo'yu da es geçemem. Harika oynamış rolünü.

Kusursuz, uyumlu ve sevimli Chil Bong karakterinden ziyade tüm pisliklerine rağmen Çöp'ün daha çok sevilmesinin nedeni ise gerçek dünyadaki erkek karakterini daha çok yansıttığı için olabilir. Dağınık, yer yer vurdumduymaz, lafını esirgemeyen ama tüm bunların altında yatan derin sevgisi, sevdiklerini sahiplenmesi ve çevresindekiler için rolünün farkında olması...
Sonuç olarak dizideki her hareketiyle yüzümde tebessüm oluşturan, bazen kahkaha attıran, bazen kalbimi küt küt attıran en sevdiğim ve en çok mutlu olmasını istediğim karakter o.


Bu arada dizinin karakter kartlarının üzerinde yazanları hep merak ediyordum. Geçenlerde  ufak bir araştırma yaparak İngilizce çevirisini bulunca ben de hemen çevirisini yapayım dedim. :)

Esas kızımız Na Jung:
 "Üniversiteye gittiğimde Lee Sang Min oppa ile çıkacağım."

Çöp oppa:
"Dilenci miyim ben? Çöp müyüm? Yapmayın ama... çok mu belli?"

Chil Bong:
"Sadece beysboldan anlardım,  şimdi sevecek başka bir şeyim daha var."

Sham Chun Po:
"Hyungnim resmi konuşmayalım, sadece 20 yaşındayım."

Haitae:
"Hey, Suncheon'da orange class* denilen ilk kişi benim."
 *orange class: Popüler zengin ve genç anlamına geliyor.

Jo Yoon Jin:
"Yemin ederim ki Taiji oppa bana güldü."

 Bingrae:
"Babamın hayali olduğu için yalnızca bir dönem tıp okuyacağım."

Eğlenceli, içten, doğal ve kendinizden bir parça bulabileceğiniz bir dizi arıyorsanız mutlaka bu diziyi izleyin derim. Entrika yok. Birbirinin kuyusunu kazanlar yok. Çocuğunu terk eden insanlar yok. İntikam alanlar, ihanet edilenler yok. Sıcak bir aile, güzel dostluklar ve samimi aşklar izliyoruz. Vee inanın ki birçok diziden daha fazla sizi kendine bağlayıp çekiyor içine.
Her bölüm yaklaşık 1,5 saat sürüyor ve bir film tadı veriyor. Hiç bitmesini istemeyeceğiniz, izledikçe izlemek isteyeceğiniz bir dizi.
Kesinlikle tavsiye ederim. Benim de ilk 5 favori dizim sıralarımı sarsacak bir dizi olduğu aşikar. Finali beklemekteyim. Finalinde damat Çöp oppa çıkarsa ilk beşimde 3. ya da 4. sırayı bu diziye vereceğim muhtemelen.

Dizinin içerisinde zamanın şarkılarına sık sık yer veriliyor ancak dizinin kendi OST'leri de çok ama çok güzel.
Ayrıca oyuncuların kendi seslendirdikleri OST'lerin de olması çok hoş bir ayrıntı olmuş.




12 Kasım 2013 Salı

Secret / Secret Love / Bimil (2013)


Uzun zamandır izleyecek güzel bir Kore dizisi bulamamaktaydım yine. Bu aşamada gelen izleyici yorumlarından anladığım farkını ortaya koyan tek dizi vardı, o da Secret. Her ne kadar şu sıralar çok beğendiğim yegane dizi Reply 1994 olsa da güncel devam ettiğinden ve haftada sadece 2 bölüm verildiğinden hazır biraz vaktim varken şu övülen Secret'a bakayım dedim.
Birkaç yorumdan Nice Guy'a benzetildiğini okudum ama daha önce Yawang da ona benzetilmiş ama sonra alakası olmadığını görmüştük diyerek pek ciddiye almadım bu yorumları. Tabii olayın çıkışı aynı gibi görünse de buna illa bir şeyin benzeri denilecekse Nice Guy da daha önceki benzer yapımlardan özentiydi demeliyiz o halde. Kısacası özellikle intikam yapımlardındaki ortak noktalar bu dizide de mevcuttu tabii, artık o klişeleşmiş denilebilecek şeyleri görmezden geliyoruz.

Diziye gelecek olursak, sevdiği adam uğruna onun işlediği suçu üstlenip hapse giren sonra da sevdiği adamın ihanetine uğrayan saf ve aşık kızımızı anlatmakta. Bu bu arada ona aşık olan zengin esas oğlanımız da eksik değil diziden.

İntikam dizilerinde beni konudan ziyade intikamın nedeni, kişilerin düşüncelerinin geçerlilik derecesi ilgilendiriyor aslında. "Kendin ettin kendin buldun" dedirtecek kadar saf bir karaktere tahammül edemiyorum. Ya da, "İyi de kardeş, sen şimdi neyin intikamı almaya çalışıyorsun." dedirtecek kadar da zayıf bir düşünceyle çıkılan intikam yolu da beni kızdırıyor.

Bu dizi en az son izlediğim intikam dizisi olan Shark kadar geçerli bir, hatta birkaç neden sunmakta. Bu nedenle de beğendiğimi söylemeliyim öncelikle.
Kızımız bir fedakarlık yapsa da sonrasında bunu çok fazla devam ettirecek nitelikte aptallıklar yapmaması sevindiriciydi. Tabii o farkında olmadan arkadan iki erkek yüzünden çekip yaşadıklarıysa gerçekten yürek parçalayıcıydı. İşte o acı bize öyle bir verildi ki sonrasında almak istediği intikama kimse ama kimse hayır diyemez oldu. Gerçi mevcut durumda pek de intikamını alamadı henüz.
Ayrıca Ji Sung'un canlandırdığı başrol erkeğimizin dizinin başlarındaki kızdan intikam alma çabalarına çok kızdım. "Oğlum, adam olup sevdiğin kızı koruyamadın, kız senden kaçarken canından oldu." diye çok düşündüm.

Oyunculuklara gelince senaryo nedeniyle mi bilmiyorum ama kendisini çok beğensem de Ji Sung'u bir türlü diziye oturtamadım. Çok dışındaydı sanki... hani derler ya konuk oyuncu misali pek bir eğreti geldi gözüme.
İnandırıcı bulamadım, yaptıklarına anlam veremedim ve o karakteri istediğim yere oturtamadım bir türlü.
Donuk, soğuk ve isteksiz bir oyunculuk vardı bana sanki göre. O nedenle de kendisinin beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemeliyim.

Hwang Jung Eum ise yine oyunculuğunu konuşturmuş. Bugüne kadar oynadığı dizilerdeki başarısını bu dizde de göstermiş. Ondan beklediğimden de fazlasını verdi bana. Hatta Bae Seo Bin'le birlikte diziyi inandırıcı kılmaktaki en büyük başarı onlarındı. Önce o neşeli hali, ardından gelen umudunu kaybetmeden yaşamaya çalışan sevdiği adama güvenen aşık hali, daha sonra ise yaşadığı acılarla yüreğimizi parçalayıp o hayattan bezmiş, yaşama arzusunu kaybetmiş, artık dayanacak gücü kalmamış zavallı insan rolünü çok güzel hissettirdi bize. Bire bir yaşattı ve inandırdı bizi. Kesinlikle çok beğendim onu da karakterini de. Senariste de bize aptal bir karakter izletmediği için ayrıca teşekkür etmek istiyorum.

Bae Seo Bin genelde kötü karakter rolünü oynasa da çok beğenip sevdiğim bir oyuncudur. Bu dizide de maaelesef herkesin kötü diye gösterdiği karakter rolünde oynamış. Gel gör ki oyunculuğuna diyecek söz yoktu. Bakışları, ses tonu, haykırışları, yeri geldiğindeki ağlayışları... Her duygusu bana inandırıcı geldi ve o olmasaydı dizinin inandırıcılığının daha düşük olacağını düşündürdü bana. Umarım bir sonraki yapımında da kötü karakter olmaz.

Lee Da Hee yani ikinci kızımız ise sevmediğim bir oyuncu. Yani bana robotmuş gibi bir his veriyor. Oyuncuğunu beğenmiyorum. Karakteri de bir tuhaftı zaten. O nedenle bu dizide de en tutarsız, en gıcık karakter oydu bence. İlk bölümden beri sevemedim kendisini. Hiç hak veremedim yaptıklarına. "Kendince haklı" dedirtemedi bana. Bae Seo Bin'in canlandırdığı, onca kötülüğü yapmış adama bile yer yer hak verdiğim yerler oldu ama ben bu kızın niyetini, amacını çözüp de, "Haklısın be kardeşim." diyemedim gitti.


Henüz son iki bölümünü izlemedim ama genel olarak konunun işlenişiyle kendini izlettiren, bir adım sonra olanlarla izleyiciyi yer yer şaşırtan güzel bir dizi çıkmış ortaya.
Tabii eksikleri var yine, bazı olaylar çok hızlı geçilmiş, bu da mantıklı bağlantı kurmayı zorlaştırmış.
Yine de üst üste bölümleri izleme isteği uyandıran, izleyicinin merakını söndürmeden ilerleyen, izleyin diye tavsiye edilebilecek bir dizi. Finalinin de güzel olacağını umut ediyorum.
Tabii bu konudaki dizilerin finalinden öyle peri masallarındaki gibi bir son beklemek biraz uçuk olur. Tek beklentim olayların her birinin açıklığa mantıklı bir biçimde çıkarak her şeyin son bulması.
Bae Seo Bin'in karakterinin sonunun ölüm olacağına inanmaktayım, muhtemelen de kendi kendinin ölümüne neden olacak ama bakalım, göreceğiz artık...

Dizi 16 bölüm ve Kore'de de reytingleri oldukça iyi. Bence de hak ediyor reytingleri zaten.
Fragmanlara da bakalım biraz.

Bir de dizinin çok beğendiğim OST'si var. Genel olarak müzikleri güzel olsa da bu bir başkaydı.
İnsanı büyülüyor gerçekten.