15 Haziran 2015 Pazartesi

Angry Mom / Öfkeli Anne (2015)


Uzun zamandır güncel dizileri pek takip edemiyorum zamansızlıktan. O nedenle her yayın kuşağından tek dizi seçip onu takip ediyorum. Kill Me Heal Me'den sonra yeni dizi tercihimi Angry Mom'dan yana yapmıştım ki verdiğim en doğru karar olduğuna hiç şüphem yok.
Ülkemizde Kore dizilerini izleyen kitlenin gitgide konusu pek bir şeye benzemeyen, içinde en az bir adet kpop grubu üyesi oyunculukta yeteneksiz eleman olan, çerezlik dizileri tercih eder olduğu kesin. Bu nedenle de böyle ders verici nitelikte olan, milleti ekrana çekecek "oppa" unsuru olmayan, aşktan çok değerler üzerinde duran bir dizi biraz daha kıyıda köşede bırakılıyor. Neyse ki Koreliler genelde reytingi gerçekten hak eden dizilere verme konusunda beni pek yanıltmıyor da böyle güzelim diziler çekilmeye devam ediyor orada.
Dizi, günümüzde bizim ülkemiz de dahil bütün ülkelerin sorunu olan ağır bir konuya parmak basmış. Okullardaki şiddet, taciz, kayırma, siyasilerin ve onlara bağlı olan zengin iş adamlarının eğitimi de kullanarak nasıl çıkar sağladıkları... Buna ek olarak da hiçbir kelimeyle değerini ifade edemeyeceğimiz "anne fedakarlığı".
Fakat diziyi güzel kılan, bu toplumsal sorunu ağır bir dille değil de komedi unsuruyla besleyerek, izleyiciyi konunun ağırlığı altında ezmeden dozunda sunmasıydı. Aslında birçok yapımın başaramadığını başarmış dizi. Böyle ağır bir konuyu beni bir dakika bile sıkmadan, hevesle izlettirebilen nadir dizilerden oldu.
Bu nedenle "MBC 2014 Seneryo Yarışması Kazananı" olan bu senaryoyu bizlere sunan senariste teşekkür ediyorum.
Bu konu bana ağır gelir, ben aşk isterim, becereksiz sakar kızlara aşık olup onu koruyup kollayan küçük dağları ben yarattım modundaki zengin, kibirli adamları izlemek istiyorum diyorsanız elbette saygı duyarım ama gerçeklerden kaç kaç nereye kadar dimi? Arada bunları da izlemeliyiz. Yarın bir gün anne/baba olduğumuzda bizim çocuklarımızın başına böyle şeylerin gelmeyeceğinin garantisi mi var? Hele ki gitgide bozulan eğitim kurumlarımızın hali ortadayken. Daha 6. sınıfa giden bacak kadar öğrencilerin tehdit, dayak, küfür, kavga, eylemlere katılma gibi icraatlarda bulunduklarına gözlerimle, kulaklarımla şahit olmuşken hele ki...
Neyse efendim bu kısımları geçip dizi karakterlerinden bahsetmek istiyorum biraz. İlk bahsedeceğim kişi kendisine Faith dizisinden beri hayranlık duyduğum Kim Hee Sun.
Dizimizin, kızı için liseli gibi davranıp okula giden öfkeli annesi. Yapımcı bu role ondan daha uygun biri olmayacağını düşündüğü için bir ay boyunca telefonda başının etini yiyerek ikna etmiş Hee Sun'u. O da senaryoyu okuyunca ikna olmuş zaten.
Ben de yapımcıya katılıyorum, bu rol tam Hee Sun'a biçilmiş kaftandı.
Kendisini ayakta alkışlasam yeridir. Çok güzel oynadı. Bazen güldürdü, bazen ağlattı. Kısacası dizide verilmesi istenen her duyguyu verdi. Liseli halleri de, anne halleri de ayrı güzeldi.
Ji Hyun Woo. Dizimizin saf öğretmeni. Öğrencileri için her fedakarlığı yapan, onlara sevgi gösteren, kendi çocuğu gibi gören ideal öğretmen. Fakat öğrencilerin yaşadığı acı olaylara tanık oldukça dünyanın kendi düşündüğü kadar temiz olmadığını fark eder. Yaşanan olaylarla o da büyüyüp olgunlaşıyor dizinin sonunda.
Keşke her öğretmen onun gibi olabilse. Okul sadece kitaplardaki bilgileri öğretme yeri değil, insanlara adil olmayı, dürüstlüğü, sevmeyi de öğretmeli. Ji Hyun Woo da bu rolüyle öğretmenlere biraz olsun ders vermiştir umarım.
Diğer karakterleri siz izleyip görün artık. Ben son olarak dizinin beklenmedik şekilde parlayan yıldızı Ji Soo'dan bahsedeceğim. Diziminizin asi çocuğu Go Bok Dong. Birçok kişi gibi ben de kendisini ilk kez izledim. Bence Angry Mom onun için dönüm noktası oldu. Gerçekten kendini gösterdi, sevdirdi ve geleceğin yıldızlarından biri olmaya aday olduğunu duyurdu herkese. İlk bölümlerde etkisiz gibi görünse de bir anda nasıl kendini sevdirdi, hepimizin sevgilisi oldu, dizinin merkezi haline geldi ben de anlamadım. Fakat iyi ki de öyle olmuş. Diziye ayrı bir renk getirdi, dizi daha eğlenceli hale geldi ve ufak da olsa saf sevgiyi hissettirdi bize.
Bundan sonra takibe alacağım genç yeteneklerden biri oldu kesinlikle. Diziyi izleyenlerin en sevdiği karakter olduğuna ve sahnelerinin dört gözle beklendiğine hiç şüphem yok.

Toparlarsak; dizi 16 bölüm, izlemeye yüzde yüz değer, konu güzel, işleniş güzel, eğlendirirken düşündürüyor, yer yer güldürüp yer yer duygulandırıyor, oyunculuklar gayet iyi, final de olması gerektiği gibi bitiyor. Yani izleyin, izlettirin...
Şimdi kendime yeni bir dizi bulmam lazım ama ilgimi çeken dizi yok. Yegane şansımı boşa harcamak istemiyorum. Sanırım Soo Ae'nin yeni dizisi Mask'ı bekleyeceğim.

Fragman...

Project Makeover / Go Go Sister / Şimdiki Aklım Olsa (2007)

Lee Beom Soo filmlerini izlemeye devam ederken yine çok hoş bir filmle tanışmış oldum. LBS az görünüp öz göründü ama sayesinde güzel bir 2 saat geçirdim. Gerçi filmin ilk yarısı biraz durağandı ama ikinci yarısında acısı çıktı fazlasıyla. Şöyle bir konuyu özet geçeyim:
Jeong-ju, 30 yaşında ve mutsuz bir kadındır. Mutsuzluğunun sebebi olarak lisede beraber olduğu ve bugün ünlü bir pop starı olan Jo Hani'yi suçlamaktadır. Jeong-ju'ya göre bu hayatının en büyük hatası ve dönüm noktasıdır. Bir gün mucizevi bir şekilde kendisine geçmişe dönüp her şeyi değiştirme şansı verilir. Artık akıllandığını düşünmektedir ve birdenbire kendisini 10 yıl önceki kendisine hayati öğütler verirken bulur.
Oyuncuları LBS hariç ilk kez izledim sanırım. Hepsi de hakkını vermiş rolünün, hiçbiri sırıtmamış. Böyle hem gençlik hem de yetişkin hallerinin işlendiği yapımların hoş bir havası oluyor. Oyuncuları da bu geçiş aşamasında oldukça beğendim ben.
Filmde işlenen konuya benzer olarak daha önce Marry Him If You Dare dizisini izlemiştim.
Fakat daha önce çekilmiş olmasına rağmen gerek işleniş olarak gerekse de finaliyle bu filmi daha çok beğendim.
Birçok kişinin "Şimdiki aklım olsa" lafını kullandığı çok olmuştur eminim. Tam o anda, o zaman verdiğim kararı değil de başka bir kararı verseydim her şey çok daha iyi olabilirdi diye düşünürüz bazen. Oysaki bu filmde de anlatılmaya çalışıldığı gibi kaderimizi ne yaparsak yapalım değiştiremiyoruz. Aynı olayı defalarca kez tekrar yaşasak da sonunda vereceğimiz karar yine aynı yolu seçmekten geçiyor. Çünkü bizi biz yapan verdiğimiz o kararlar. Peki ne yapmalıyız? Cevap çok basit: "Asla pişman olma!"

Evet; verdiğimiz kararı verdik, yaşadığımız şeyi yaşadık, geleceğimiz noktaya geldik. Geçmişe takılıp "keşke" demek yerine verdiğimiz kararlardan çıkarmamız gereken dersleri çıkarmalı, artık çok geç diye düşünmeden bugünümüzde neler yapabileceğimize yoğunlaşıp elimizdeki anı en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.
Olmuşla ölmüşe çare yoktur ama olacağa çok çareler bulabiliriz. Belki hayatı mükemmel yaşayamayız ama elimizdekilerin kıymetini bilerek ilerisi için sağlam adımlar atabiliriz.

Her zaman kendimize, demek ki gidebileceğim en iyi yol bu yoldu demeliyiz. Şimdi geçmişe dönsek ve keşke o kararı vermeseydim dediğimiz bir şeyi değiştirsek şimdiki halimizden daha iyi bir yerde olacağımızı nereden bilebiliriz ki? Sonuçta hayat yaşadıkça deneyim kazandığımız, olumsuzluklardan ders çıkartıp olgunlaştığımız bir yer. Düşe kalka öğrendik, öğreniyoruz, öğreneceğiz.
Kısacası; düşmemek için çabalayın ama düşmekten de korkmayın. Olur da düşerseniz düştükten sonra kalkmak için gereken azim sizde olsun yeter.

Böyle filmleri umut aşılayıcı oldukları için çok seviyorum. Tamam; gerçek dışı, tahmin edilebilir, herkesin bildiği ve sık sık söylediği şeyler bunlar. Fakat unutuyoruz, aklımızdan çıkartıp ister istemez geçmişe takılıyoruz. İşte böyle anlarda, hele ki tam da umutsuzluğa düştüğünüz, biraz cesarete ihtiyaç duyduğunuz bir anda böyle bir film izlemek insana enerji veriyor. Yine tam zamanında, tam ihtiyacım olan şeyi anlatan bir film izlemenin mutluluğuyla yazıma son veriyorum. Siz de bir ara şans verin derim. Teşekkürler Lee Beom Soo.

                              Fragman

4 Mayıs 2015 Pazartesi

Bronze Medalist / Lifting King Kong / Olimpiyat Üçüncüsü (2009)

İzlemediğim geçmiş yıllara ait Lee Beom Soo filmlerini izlemeye devam ediyorum. Her izlediğim filminden sonra bu adamı boşuna sevmemişim ben diyorum. Resmen oynadığı filmleri bile benim zevkime göre seçmiş gibi bir hali var.
Bu kez izlemek için seçtiğim film Bronze Medalist. Gerçek hayattan uyarlanmış bir başarı öyküsü. Gerçek hayattan uyarlama dramlardan ağzım ne kadar yandıysa da uyarlama olan başarı öyküleriyse ve bu uyarlamayı Koreliler yapmışsa filmin çok güzel olacağından azıcık bile şüphe duymuyorum. Bronze Medalist de bunu kanıtlar nitelikteydi zaten. Konu pek göz önünde olmayan bir spor yani halterle ilgili, şöyle ki:
Eski olimpiyat üçüncüsü Halterci Lee Ji Bong istemeye istemeye taşradaki bir kız lisesinde koç olmayı kabul eder ve sonunda, bu rağbet görmeyen sporun zorlu ustalığını bir grup hevesli ama aklı bir karış havada kız öğrenciye öğretmek durumunda kalır.
Büyük umutlarla katıldığı olimpiyatlarda ancak 3. olmayı başaran haltercimiz kalbinde bir sorun olduğunu öğrencinince haltere devam edemez ve kariyerinin zirvesinde denebilecekken birden kendini en dipte bulur. Halteri artık kesinlikle uğraşılmaması gereken bir spor olarak görmeye başlamıştır ancak  kendini bir okulda beş kız öğrenciye halter eğitimi verirken bulur.

Olayların bundan sonrasında Koç ve öğrencileri arasındaki yakınlaşmayı, birbirlerine güvenmelerini, dayanışmalarını, canla başla çalışmalarını, fedakarlıklarını, sevgilerini, samimiyetlerini ve aklınıza gelebilecek en güzel duyguları yaşamalarını izliyoruz. Yer yer gülüyor, yer yer duygulanıyoruz. Bazen üzülüyor, bazen kahkaha atıyor, bazen onlara acıyor, bazen de onlara imreniyoruz. Birliğin doğurduğu kuvveti görüyoruz. Birbirine gerçekten inançla ve sevgiyle bağlanan insanların birbirlerinin hayatlarını nasıl değiştirip, güzelleştirebileceğine şahit oluyoruz.
Filmi neşe içinde izlerken, bir anda kendinizi kalbiniz yanarken ağlıyor olarak bulmanız da büyük bir ihtimal. Zira konu da, oyunculuklar da filmin gidişatı da buna gayet uygun. Filmin sonunda ise sabrın meyvelerini toplayan kızımızın gurur, onur ve hak edilmiş başarısını izlerken, sanki o başarı size aitmişcesine mutluluk gözyaşları akıtıyorsunuz onunla birlikte.
Eğer ki uğruna emek verdiğiniz, canla başla uğraştığınız bir hedefiniz varsa yeterince çalışır ve isterseniz elbet bir gün gerçek olacağı inancını veriyor size film. Kendinize güveniniz gelecek, daha yürekten çabalamaya başlayacaksınız. Sırf insanlara aşıladığı bu gerçekçi umuttan dolayı böyle yaşanmış başarı hikayelerinin  sık sık filmlere konu olması gerektiğine inanıyorum.

Bu filmi izledikten sonra tam da umutsuz olduğum bir dönemde aylardır uğruna büyük çabalar harcadığım hedefim için yeterince ister ve çabalarsam er ya da geç emeklerimin karşılığını alacağıma olan inancım geri geldi. Siz de bir filmde tüm duyguları bir anda yaşamak istiyorsanız ve biraz olsun umuda ihtiyaç duyuyorsanız ilk işiniz bu filme bir şans vermek olsun bence.

Filmin özeti aslında şu sözlerde gizli:
Herkes birinci olmak için uğraşır. Ama sadece üçüncülüğü kazanmak, hayatının üçüncülük hayatı olacağı anlamına gelmez. Ve birincilik kazanman hayatının birincilik hayatı olacağı anlamına gelmez. Elinden geleni yapıp pes etmezsen hayatının kendisi bir altın madalya olacaktır. İşte bu paha biçilemez!

 

16 Nisan 2015 Perşembe

Death Bell / Gosa: Piui Jungkan Gosa / Ölüm Zili (2008)

Lee Beom Soo'ya olan hayranlığımı bilmeyen varsa tekrar etmiş olarak yazıma başlayayım. Bu filmi de Beom Soo hayranlığımdan yola çıkıp tüm yapımlarına göz atarken yorumlarına da bakarak indirmiş saklıyordum. Geçenlerde korku/gerilim tarzı bir şey izleme modunda hissedince kendimi hemen seçimimi bu filmden yana yaptım.
Filmi öyle çok beğendim desem abartmış olurum aslında. Belki çekildiği yıl olan 2008'de izlesem etkisi kat be kat fazla olurdu ama günümüzdeartık bu konu tanıdık geliyor, korku öğeleri pek korkutucu gelmiyor vesaire.
Fakat yine de filmde güzel bir intikam konusu var. Olayların nedenini, kimin yaptığını az çok tahmin ediyor gibi olsanız da tam anlamıyla çözmek pek mümkün olmuyor son dakikaya kadar.
Film boyunca bir dakika bile sıkılmış olmamam ve filmin ilgi ve merakımı canlı tutması yine olumlu yanlarından.
Aslında günümüzde daha da alevlenmiş bir soruna parmak basmış film, hem de ilginç bir yöntemle. Korku unsurunu kullanıp izleyicinin dikkatini farklı şekilde çekmek istemiş.
Öğrencilerin yarış atından da ötesine döndüğü sınavlar, çocuklardan çok velilerinin istekleri, eğitime müdahaleler... Uzun zamandır süregelen büyük bir sorun niteliğinde bu konu ve görünen o ki her geçen sene de daha da büyümeye devam edecek.

Filmde bahsi geçen okulda da sadece notlarına göre değerlendirilen öğrenciler için okul hayatı öylesine streslidir ki bazıları zihinsel sorunlar çekmeye bile başlar.
Bu okulda 20 öğrenciye yoğunlaştırılmış bir eğitim programı uygulanmaya karar verilir. Bu öğrenciler okulda başarı sıralaması en yüksek öğrencilerdir. 2 öğretmen eşliğinde eğitime başlayan öğrenciler daha ilk günden korkunç bir olayla karşılaşırlar. Bir ses onlara verdiği problemi çözemezlerse aralarından bir öğrenciyi öldüreceğini söyler. Her çözülemeyen problem için bir öğrenci ölecektir. Öğretmenler ve öğrenciler arkadaşlarını kurtarmak için soruları çözmeye çalışırken bir yandan da bu korkunç şeyi yapanın kim olduğunu bulmaya çalışırlar.
Filmin süresi biraz daha uzun olmalıydı bence. Olayları istediğim gibi bağdaştıramadım birbiriyle. Çevirinin etkisi var mıydı bunda ondan da pek emin değilim. O problemlerin anlatmaya çalıştığını daha net anlasaydım filmin daha çok hoşuma gideceğine eminim.
Filmle ilgili beni en çok rahatsız eden şey ise Ina rolündeki Nam Gyu Ri'nin berbat oyunculuğu ve porselen bebekten farksız yüzüydü herhalde.
Bu arada Kim Bum oldukça iyiydi, sevdim kendisini filmde.
Toparlarsak; filmin süresi kısa, merakı uyanık tutuyor, izleyecek bir şeyler arıyorsanız bence bir şans verin. Türünde korku yazsa da korkmadım, gerilim kısmı daha ağır basıyordu bence. Onu da göz önünde bulundurun. Ayrıca Korelileri tebrik ediyorum yine konuyu bir ders vererek bağlayıp bitirdiler filmi.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Yumurtalı Rulo / Korean Egg Roll / Gye Ran Mal E


Daha önce Koreli arkadaşımdan öğrendiğim pilavlı omlet tarifini deneyerek kendimce bir şeyler yapıp sizlerle paylaşmıştım. Bu kez de hepimizin Boys Over Flowers'da gördüğü Go Jun Pyo'nun ağzına tıkıp yediği yumurtalı rulo tarifi denememi sizlerle paylaşacağım. Bu kez birkaç kez deneyip püf noktaları öğrendikten sonra sizlerle paylaşıyorum. Önce malzemeler:

4 yumurta
1 yemek kaşığı un (tepeleme olmayacak)
1 çay kaşığı soya sosu (soya sosu tuzlu ise, tuz koyarken onu da göz önünde bulundurun)
İnce kıyılmış maydanoz ve yeşil soğan (isteğe göre çok ince doğramak şartıyla yeşil biber, haşlanmış ıspanak, rendelenmiş havuç gibi sevdiğiniz sebzelerle zenginleştirebilirsiniz. İnce doğranmış salam, sosis, sucuk da koyabilirsiniz, güzel oluyor.)
Tuz, karabiber, kırmızıbiber ve istenirse diğer baharatlardan.

Gelelim yapılışına:

Önce yumurtaları iyice çırpın, sonra unu yavaş yavaş ekleyerek çırpmaya devam edin. Topak topak olmaması için hızlı çırpmaya çalışın. Son olarak diğer malzemeleri de ilave ederek çırpın ve geniş bir yanmaz tavaya çok az yağ koyarak kızmasını bekleyin. Bu karışımı tavaya ortasından dökerek boşaltın ve dibinin yanmamasına dikket edin. Yanmaya yakın gibi aşırı kızarırsa rulo yaparken zor olur ve orjinalindeki görüntüyü vermez. Ayrıca tavaya döktükten sonra hafif sallayın ama sakın karıştırmayın yoksa üstü pütür pütür olabilir. Son olarak tavadan aldığınız ruloları biraz ılınınca rulo şeklinde sarın. İsterseniz içine krem peynir veya zeytin ezmesi koyarak da sarabilirsiniz. Son olarak ince ince keserek tabağa dizin.


Püf Noktalar:
  • Tavanızın geniş olması tavsiyemdir.
  • Fazla pişirmemek kaydıyla pişirme derecesini zevkinize göre ayarlayabilirsiniz, misal ben az pişirdim.
  • Pişen yumurtayı sarmadan önce biraz ılımasını bekleyip tavadan kaydırarak düz bir zemin ya da tabağa alırsanız sarma işlemi daha kolay olacaktır.
  • Sebzeleri mümkün olduğu kadar ince doğrayın.
  • Yumurtayı kısık ateşte, yavaş yavaş pişirin.
  •  Ruloyu sardıktan sonra tavada altlı üstü çok kısa bir süre daha pişirip ardından keserseniz görüntüsü ve tadı daha güzel olacatır.
Afiyet Olsun. :)

6 Nisan 2015 Pazartesi

Love Letter / When I Close My Eyes (1995)

 
Bazı yapımlar her yerde karşınıza çıkar da ısrarla izlemeyi ertelersiniz. Fakat sonunda merakınıza yenik düşer izleyeyim de rahatlayayım dersiniz. İşte aynı bu şekilde, Love Letter filmi bir Japon yapımı olmasına rağmen sık sık Kore dizilerinde karşıma çıkan bir filmdi. Korelileri bu kadar etkilemiş olan şu filme bir de ben bakayım dedim sonunda ve izledim. Bu kararı keşke daha önce verseymişim diyorum şimdi kendime.

Film baştan sona bana hitap eden unsurlarla dolu. Geçtiği kış ortamı, kar, sadelik, içtenlik, duygusallık, dozundalık...
İnsanların yüreğine işlemek, onlarda buruk ama hoş bir tat bırakmak, gözlerini doldurmak ve belki de birkaç damla gözyaşı döktürmek için öyle aşırı hikayelere, yürek parçalayıcı olaylara gerek yokmuş dedim bu filmden sonra bir kez daha.
Samimi bir sevgi, söylenememiş sözler ve yarım kalmış yaşanamamış duygular. İşte bunlar yeterli. Az çok her insanın kalbinde gizlediği böyle bir hikayesinin var olduğuna inanıyorum ben. Unutup zihnimizin köşesine attığımız ufak ama masum bir kalp kaçamağımız olmuştur kesin.
Love Letter böyle yarım kalmış duyguların farkına varılmasını, yeniden hatırlanmasını anlatan bir film.
2 yıl önce ölen nişanlısının eski ev adresini bulan Hiroko Watanabe, evin yıkılıp yerine otoyol yapıldığını bildiği halde ölen nişanlısına bir mektup gönderir. Mektubun nasılsa kimseye ulaşmayacağına inanan Watanabe'nin mektubuna ölen nişanlısının adıyla yazılmış bir cevap gelir ama bu kişi nişanlısı değildir.
Hikayenin bundan sonraki kısmında mektuplaşmalar üzerinden giden geçmişe dönüşler izliyoruz. Olayların birbiriyle olan bağını da çözebilme adına bir sonraki mektubu merakla bekliyoruz.
Bu filmle ilgili sürekli karşıma çıkan, nişanlısının öldüğü dağa karşı Watanabe'nin  "Nasılsın? Ben iyiyim?" diye bağırdığı sahneye geldiğimde bu sahneyi o kadar gördüm ki etkilenmem herhalde diyordum ki nasıl olduğunu anlamadan gözlerim dolmuş buldum kendimi. Herkesin içinde sakladığı yarım kalan duygularının baş kahramanı olan kişiye sormak istediği soru bu olsa gerek dedim o sahneyi izlediğimde. O nedenle de her izleyeni derinden vuruyor bu sahne bence. Bu sahne kadar filmin finali de izleyiciyi etkileyecek cinstendi ayrıca.
Filmin anlatımı oldukça yalın. Buna rağmen tam sıkıldım hissine kapılacakken sizi çekip yeniden içine alacak kadar da güzel bir işlenişi vardı. Aşırılıklara kaçmadan, istenen duyguyu gayet başarılı bir biçimde hissettiriyor bence. Karlarla kaplı sessiz ortam da filmin hüznüne hüzün katmış sanki. Benim gibi kar ve kışı da seviyorsanız etkilenme oranınız artacaktır muhtemelen. Bu filmle bir kez daha anladım ki bir yapımda kar varsa beni etkileme yönündeki ilk adımı başarmış oluyor. :)
Sonuç olarak mutlaka izlenmesi gereken, hoş bir film. Uzak doğu severlerin kaçırmaması gerek bence.

Fragman:

30 Mart 2015 Pazartesi

Hear Me / Duy Beni (2009)

Aşk ve hayaller mucizevidir.
Onların duymaya, sözcüklere ya da tercümeye ihtiyaçları yoktur.
Film seçip indirmeye neye göre karar verdiğimi pek bilmiyorum aslında. Bakıyorum ki elimde izleyecek film kalmamış, geçiyorum pc başına o film sayfası benim, bu film sayfası senin daldan dala atlayıp indirme programımı pc'nin hafızasının elverdiği kadarıyla seçtiğim filmlerle dolduruyorum. Kiminin oyuncusu, kiminin konusu, kiminin senaristi, kiminin afişi, kiminin de aldığı olumlu yorumlara vuruluyorum. Aklıma açıp bir film izleyeyim düşüncesi düşünce niye indirdiğimi bile hatırlamadığım o onlarca filmden bir tanesini rast gele seçiyorum.
Bu seferki film torbamdan piyango "Hear Me" adlı Tayvan dizisine vurdu ki iyi ki de öyle olmuş. Gece gece çok iyi gitti bu film.
İşitme engeli üzerine kurulu bir film olmasından dolayı açıkçası kendimi aşırı derecede duygusal bir filme hazırlamıştım, genelde böyle konular işlenirken biraz daha acıtasyona kaçılıyor. Fakat Hear Me bu yolu tercih etmeyen bir yapım. Belki de kalbimde hoş bir tat bırakmasının sebebi de budur. İzlerken duygulandım, yüreğim cız etti, hatta gözlerim dolu dolu oldu ve istem dışı birkaç damla yaş süzüldü yanağıma ama bunun nedeni acımam, aşırı derecede üzülmem ya da yüreğimin parça parça olması değildi. Filmde aktarılmak istenen duygunun en etkili biçimde sunulup insana bunun yürekten hissettirilmesi ve "A, evet! Engelliler de hayatlarını gayet iyi sürdürebilir. Yeter ki onlara gölge etmeyelim başka ihsan istemez." dedirterek bize farkındalık kazandırılmasıydı bunun temel nedeni.
Filmde iki kız kardeşin birbirlerine olan sevgisi, bağlılığı ve fedakarlığı işlenirken bir yandan da saf ve masum bir aşk sunuluyor bize. Kardeşi olanların daha derinden hissedeceğine inandığım kelimelerle ifade edilemeyecek o içten gelen beklentisiz sevgiyi çok iyi yansıtmış film. Yürekten "Senin hayalin, benim hayalim." diyebilmek en açık örneği sanırım bunun.
Film insanlara yaşama arzusu veriyor. Hayallerimizin peşinden koşmayı, asla vazgeçmemeyi öğütlüyor. Başkası için fedakarlık yap ama kendini asla unutma diye de herkesin kulağına küpe etmesi gereken altın bir nasihat veriyor. Bununla beraber sağlıklı olmanın bizim için ne büyük bir lütuf olduğunu da fark etmemizi istiyor.
Filmde abartıya kaçmadan işlenen çok hoş da bir aşk hikayesi var. Yine herkesin imreneceği bir aşk bu. Çiftimiz birbirini eksikleriyle, olduğu gibi kabullenip seviyor. Sevdiği kişiyi sadece "o" olduğu için seviyorlar.
Oyuncuların samimiyeti, doğallığı, içtenliği ve uyumu gerçekten görülmeye değer. Pek Tayvan yapımı izlemediğimden oyuncularını tanımıyorum ama Eddie Peng ve Ivy Chen ikilisine bayıldım bu filmde. Abla rolündeki Michelle Chen de oldukça etkileyiciydi.
Filmde yer alan bir sokak vardı, gerçekten bayıldım oraya. İnsanların gidip sanat yaptıkları çok hoş bir yerdi. Yaşadığım yerde olsa her fırsatta kendimi oraya atar, sergilenen gösterileri izlerdim herhalde. Büyülendim gerçekten. Yürüyecek kaldırım bulamıyorken bu isteğim çok mu fazla bilmiyorum ama umarım bir gün öyle sokaklarımız olur.
Filmin müzikleri de çok hoştu ayrıca. Dinlerken zevk aldım.
Huzur veren, iç ısıtan, hem duygusal hem eğlenceli, hem romantik hem de sevgi dolu bu filmle hoş dakikalar geçireceğinize inanıyorum. Şiddetle tavsiye ettiklerimden, kaçırmayın derim. :)