İki Şehrin Hikayesi // A Tale Of Two Cities
1 Kitap 4 Film
"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü."
("It was the best of times, it was the worst of times.")
İşte bu cümleyle başlıyor ünlü yazar Charles Dickens kitabına. O dönemden sonra sadece Fransa ile sınırlı kalmayıp tüm dünyada kasırgalar estiren, tüm dengeleri değiştiren bir akımdı Fransız İhtilali... Belki de günümüz dünyasının bu halde olması bile o döneme bağlıdır. Fransa'da başlayan, akın akın tüm dünyayı etkisi altına alan, burjuva sınıfının tabiri caizse gırtlağa kadar geldikten sonra kin ve öfke besledikleri dünyada kendilerinden başka umursadıkları bir şey olmayan, Charles Dickens'ın tabiriyle asalak Fransız aristokratlarına karşı başlattıkları bir isyandır bu.Aristokratlar fakir halkı öyle önemsiz görmektedirler ki o dönemde, yolda giderken zengin birinin at arabasının ezip geçtiği çocuğun ölmesi bile bir hiçtir, herkesin göz yumduğu bir olaydır.
Halkın açlıktan ölmesi, hırsızlığın, şiddetin, adaletsizliğin tavan yaptığı, insan değerlerinin yerle bir edildiği bir dönemdir.
Fakir halk, günden güne nefretle, kinle bilenip suçlu ya da suçsuz bu zulme kör sağır kalan tüm aristokratlara karşı öfkesini günden güne büyütürken artık kana susamış hale gelmiştir iyice.
İşte bu durumun getireceklerini en anlamlı şekilde yine güzel bir benzetmeyle aktarıyor kitabında bize Charles Dickens:
"Fransa ve Norveç ormanlarında kök salıp büyümekte olan ve kesilip kereste haline getirilerek torbası ve bıçağıyla tarihin o en korkunç taşınabilir aletine (giyotin) dönüştürülecek ağaçlar, Oduncu (Kader) tarafından çoktan işaretlenmişti. Ve yine büyük olasılıkla Paris yakınlarında bir yerlerde, sert toprakları ve kaba saba barakaları olan bir yerde, üzerine çamur bulaşmış, domuzların kokladığı, içine kümes hayvanlarının tünediği eski arabaları olan Çiftçi ( Ölüm) bu arabaları, mahkumları Devrim'in idam sehpalarına götürecek arabalar olarak çoktan ayırmıştı."
18 yıl boyunca haksız yere hapiste yatıp bir nevi akıl sağlığını yitiren Doktor Manatte onca yıl sonra eski bir dostunun yardımıyla kızı Lucie ile bir araya gelir. Lucie tesadüfen bir yolculukta tanıdığı Fransız Charles Darney'le birbirini sever ve evlenme kararı alır. Bu sırada ise Charles Darney casuslukla suçlanır. Mahkemede ise onun kurtulmasını sağlayan kişi ona çok benzeyen, hayatta kimseye iyilik etmemiş, yaşama önem vermeyen Sydney Carton'dır.
Kalbini Lucie'ye kaptıran Sydney Carton, Lucie'nin kalbinin ait olduğu Charles Darney'e imrenmektedir.
Bu aşk üçgeni içerisinde kitap bize ülkedeki burjuva ve aristokratlar arasındaki gerilimi de etkili bir biçimde anlatmaktadır.
Artık son noktaya gelmiş ve büyük yangının ilk kıvılcımları başlamıştır. Bu kıvılcımlar çok geçmeden burjuvaların kini, öfkesi ve nefretiyle harmanlanıp akıl almaz, önüne geçilemez bir hale gelmiştir.
Dengeler tersine dönmüş, ülkenin efendisi olanlar bir anda öldürülmesi gereken kişiler haline gelmiştir.
Bu noktada kim suçlu kim suçsuz tartışması yoktur artık. Aristokratsan, asilsen, zenginsen suçlusundur.
Halk yaşadıklarının hesabını sorma ve öfkesini kanla yıkama arzusundadır.
Artık önceden öldürenler öldürülüyordur.
Öldürülecekler arasındaki başlıca kişilerden biri de Charles Darney'dir.
İşte bu noktada devreye tek taraflı aşkıyla Charles'a çok benzeyen Sydney girer ve sevdiği kadının uğruna büyük bir fedakarlık yapmaya karar verir.
Giyotinde idama mahkum edilen Charles'ın yerine geçer ve tüm kalbiyle sevdiği Lucie'yi sevdiği kişiden ayırmayıp onların mutlu bir hayat sürmesini diler.
Kitabın final sahnesinde ise giyotine götürülen Sydney terzi kızla karşılaşır. Onunla son anlarını paylaşıp aklımızdan hiç çıkmayacak konuşmalar yaparlar.
Giyotini görüp korkan kıza "Benden başka hiçbir şeye bakma." der ve onu rahatlatır.
Kız elini hiç bırakmamakta ve ondan güç almaktadır. Vakit geldiğinde ise ufak bir buseden sonra önce kız gider korkunç giyotinde ölüme. Ardından Sydney son sözlerini söyleyerek kalbimizde derin izler bırakarak gözlerini kapatır hayata.
"Bugüne kadar yaptıklarımdan çok, ama çok daha güzel bir iş yapıyorum; bugüne kadar gittiğim yerlerden çok, ama çok daha güzel bir yere gidiyorum."
Kitabı üçüncü kez okuma isteğim hasıl edince geçenlerde elime almış eski anılarımı tazelerken aklıma neden daha önce gelmediğine şaşırdığım bir şey geldi.
Kesin bu kitabın filmi de vardır dedim. Belki de genelde kitaptan filme yapılan uyarlamaları beğenmeyişimden böyle bir arayışa girmemiştim hiç.
Biraz araştırma yapınca tam dört ayrı film buldum.
1917'de siyah beyaz sessiz bir film, 1935 ve 1958'de iki siyah beyaz film, son olarak 1980'de çekilmiş renkli bir film buldum. Daha sonra 1960'da, 1989'da ve birkaç farklı senede mini-dizi olarak 4-5 kez daha çekildiğini öğrendim. Dizileri araştırmadım henüz ama 4 filmi de araştırıp göz attım.
1917'deki film dönemin şartlarını ele alırsak "Eh bu kadar olur ancak." dedirtiyor bize zaten.
1935'deki filmde giyotin sahnesi güzeldi. 1958 versiyonu en beğendiğim oldu. Oyuncularıyla da tam hayalimdeki İki Şehrin Hikayesi'ni yaşattı bana. Hem de siyah beyaz olmasına rağmen.
1980 versiyonuna gelince en iyi olanaklarla ve renkli çekilmiş olmasına rağmen hiç beğenmediğimi söylemeliyim. En etkili sahne olan giyotin sahnesi bile hoş değildi bence.
Bu noktada biraz 1958 versiyonunun üzerinde durmak istiyorum.
Öncelikle birbirine çok benzeyen Charles ve Sydney karakterini aynı kişiye oynatmayıp gerçekten birbirine benzeyen iki farklı oyuncuyu oynatmaları benim için artı bir puandı. Çok sevdiğim Sydney karakteri ön planda tutmaları, onu yansıtmaları çok hoşuma gitti.
Sydney karakterini canlandıran oyuncu Dirk Bogarde ise hayran olunası, insanı büyüleyen bir oyuncu gerçekten. Bu filmin Dirk Bogarde ile bir de renklisini izleyebilseydim keşke...
Bu filmdeki giyotin sahnesi de gerçekten etkileyiciydi.
Şimdiye kadar okuduğum en güzel kitaptı benim için. Taa hiçbir şey bilmez lise çağlarımda bile beni derinden etkilemiş onca seneye rağmen etkisini hiç kaybetmemiş ve kaybetmeyecek bir eserdir. Herkesin okuması gerektiğini düşünmekteyim, şiddetle tavsiye edilir.
Filmlerin ve dizilerin Türkçe altyazısı mevcut değil. İngilizce altyazıları var iki tanesinin. Onları da Divxplanet'ten bulabilirsiniz. 1958 versiyonu ve 1938 versiyonu.
İki şehrin hikayesi'ni ben okuyalı yıllar oluyor çok beğenmiştim sen 3 kez okuma deyince bir şimşek çaktı gözlerimde neden bi daha okumuyorum ki dedim;)Şu aralar nerdeyse hiç zamanım yok ama en kısa zamanda elime almayı umuyorum.En azından 58 yapımlı filme bakayım bir değil mi Sydney'le özlem gidereyim:) Sydney karakterine hayrandım tabi ki ben de^^
YanıtlaSilBana bu kitabı hatırlattığın için çok teşekkürler ve ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş ;))
İki Şehrin Hikayesi, Savaş ve Barış, Suç ve Ceza... Bunlar taa lise yıllarımda okuyup çok etkilendiğim kitaplardı ama zamanla ayrıntıları unutuyor insan. Sadece "Çok güzeldi, harikaydı..." deyip duruyordum. Sonunda tekrar okuyunca neden o kadar güzel olduğunu hatırladım. Her sayfada durup yapılan tasvirlerin güzelliğiyle bir kez daha hayran kalıyorum yazarın anlatımına.
SilTeşekkürler, ben de hiç vaktim yok diyordum ama kitabı elime alınca her şey değişti. Ben bundan sonra Savaş ve Barış'ı yad edeceğim. İyi okumalar şimdiden. :):)
Filmlere gelince başta 58 yapımını öneriyorum, ama diğerlerine de bakmak da güzeldi benim için.
Konusu güzelmiş, kesinlikle izlenmeye değer...
YanıtlaSilOkumaya daha bir değer aslında. :)
SilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilFilmlerin ve dizilerin Türkçe altyazısı mevcut değil. İngilizce altyazıları var iki tanesinin. Onları da Divxplanet'ten bulabilirsiniz.
Sil