22 Şubat 2015 Pazar

What Happens to My Family? (2014)

Bu sefer bahsedeceğim dizi Kore'yi kasıp kavuran, reyting üstüne reyting rekoru kıran uzun soluklu ama güzel mi güzel aile dizimiz "What Happens to My Family?".
Kore dizilerinin genellikle kısa bölümlü olanlarını izlemeyi tercih ediyoruz. Fakat arada övüldükçe merakınızı çeken, yahu bir başlayayım dediğiniz uzun diziler de oluyor tabii. Bu genelde tarihi ve aile dizilerinde olan bir durum. Daha önce uzun birkaç tarihi dizi izlemiş hiç de pişman olmamıştım. Sürekli adını andığım ve hala en sevdiğim dizi olan "Giant" da buna en güzel örnektir. İşte bu dizinin de çok methini duydum, Kore'de de aldığı reytingleri görünce bir şans vermek gerekir diye düşündüm ve düşüncelerimde haklı çıkıp büyük bir zevkle diziyi izledim.

Konu özetle şöyle:
Cha Soon Bong eşi öldükten sonra üç çocuğunu bir tofu dükkanı işleterek büyütmüştür. Kızı Kang Shim çok ünlü bir şirkette baş sekreter, ortanca çocuk olan oğlu Kang Jae ise doktor olmuştur. En küçük oğlu Dal Bong iki senedir işsizdir. Cha Soon Bong'un tek dileği ise çocuklarının evliliklerini görebilmektir.

Konudan da anlayacağınız üzere hayatını çocuklarına adamış fedakar bir babamız var. Neredeyse tüm evlatlar gibi onun da üç çocuğu onun değerini bilmemektedir. Babamız da bu hayırsız üç çocuğunu yola getirmek için uğraşıyor dizide.
Aile dizilerini izleyenler az çok bilir. Oyuncu kadrosu oldukça kalabalık olur. Bu dizide de öyle. Ailenin yanında kalan hala, kızı ve damadı var. Buna ek olarak üç çocuğun da aşık olduğu kişiler ve onların ailelerinin yaşadıklarını da ara ara izliyoruz.

Dizinin en güzel yanı eğlendirici, düşündürücü ve değer bildirici bir dizi olması. Yer yer duygulanıp ağlasak da bunu dozunda bırakıp bize neşeli anlar yaşatıyor. Genel olarak yüzümüzde bir tebessümle ve sık sık kahkaha atarak izliyoruz diziyi.
Karakterlere kabaca bir bakalım hemen.
Cha Soon Bong
Babamız. Sevimli mi sevimli, yufka yürekli kendini çocuklarına adamış bir baba. Hepimize bir şekilde kendi babamızı hatırlatacağına eminim. Sayesinde babamın kıymetini daha da anladım. Yoo Dong Geun bu karaktere çok iyi hayat vermiş. Hayran kalmamak, etkilenmemek elde değil. Zaten kendisi de KBS drama ödüllerinde Daesang ödülünü almaya hak kazandı. Bir babanın çocukları için neler düşündüğünü, elinden gelen neyse onu yaptığını gösterdi bize. Ne kadar kızsa da çocuklarının iyiliğini ön planda tuttu.

Cha Kang Shim, Moon Tae Joo
Kang Shim, evin büyük kızı. Büyük bir şirkette 15 yıldır çalışmakta olan çok başarılı bir sekreterdir. Yaşadığı bir aşk acısı yüzünden aşka küsmüş ve kendini işine adamıştır. Ta ki çalıştığı şirketin başkanının oğlu Tae Joo müdür olarak şirkete gelene kadar. İkili en başta kedi köpek gibi birbirini yese de farkında olmadan kalpleri birbirleri için atmaya başlayınca bize de bu iki takıntılı aşığı zevkle izlemek düştü sadece.
Dizi boyunca en sevdiğim çift oldu ikisi. Zaten Tae Joo rolüne hayat veren Kim Sang Kyung çok sevdiğim ve başarılı bulduğum bir oyuncudur. Bu çift sayesinde dizide bol bol kahkaha attım. Her sahnelerini iple çektim. Belki de bu çift olmasa diziyi izlemeyi bırakabilirdim. Senarist de benim gibi düşünmüş olacak ki onlara bol bol yer verdi dizi boyunca.

Cha Kang Jae,  Kwon Hyo Jin
Kang  Jae, evin başarılı doktor oğlu. Gelin görün ki soğuk ve kibirli karakteri kendisinden uzunca bir süre nefret etmeme neden oldu. Ayrıca oyuncuyu da pek beğenmediğimden olsa gerek dizi sonuna kadar ısınamadım pek. Eşi Hyo Jin ise ona oranla çok gülen bir kız olsa da aklı bir karış havada gibiydi. Ana kuzusu olarak yetiştiği için olsa gerek o da pek sevemediğim bir karakter oldu.Yine de dizinin özellikle son çeyreğinde onları da sevmeye başladım diğer karakterler gibi.

Cha Dal Bong, Kang Seo Wool,  Yoon Eun Ho 
Dal Bong, ailenin aklı bir karış havada en küçük oğlu. Benim adıma ise dizinin en ama en gereksiz elemanı. Sevemedim ilk dakikadan son dakikaya kadar. Oyunculuk olarak da karakter olarak da içim ısınmadı gitti. Dizinin ilk bölümünde nasılsa son bölümünde de öyle gibiydi. Hiç ilerleme kaydedemedi bence. Senarist torpillisi olduğundan bir anda ortaya çıkan iyi yemek yapma yeteneği ve bu yeteneğin sonra pek bir işe yaramaması da ayrı bir soru işareti yani eksiklik olarak kaldı.
Kang Seo Wool ise Dal Bong ve Eun Ho arasında kalan sevimli kızımız. Biraz fazla iyiydi ama olsun sevdiriyordu kendini. Dizinin sonunda Dal Bong'la olmasın diye çok dua ettiğim doğrudur. :) Son bölümlere doğru dizide görünme oranı da azaldı. Sanırım senarist bu üçlü arasında nasıl bir kurgu yapacağını pek bilemedi. Bu nedenle Dal Bong karakteri de Seo Wool karakteri de eksik kaldı. Bu da senaryodaki en büyük açığı oluşturdu bence.
Eun Ho ise dizide en sevdiğim karakterdi sanırım. Daha çok sahneyi ve mutlu olmayı hak ediyordu bence. Senaristin onu daha ön planda tutmasını isterdim ama genelde aşk üçgeninin bir parçası olup kıyıda kalmaya zorlanmış gibi bir hali vardı.
Umarım ileride kendinisi daha büyük rollerde izleme fırsatım olur, oyunculuğunu da beğendim. En azından bakışları yeterdi. Seo Wool'u bilmem ama ben kesin erirdim karşısında. :)

Cha Soon Geum, No Young Sul,  Seo Joong Baek 
Esas ailemizin yanında kalan hala, kızı ve kocası üçlümüz. No Young Sul ara ara beni delirten şeyler yapsa da ailenin kötülüğünü isteyen gıcık tiplerden olmadığı için onu da sevdim sonralardan. Kang Shim'le aralarındaki bağ bana kuzenlerimi hatırlattı sık sık. Bu üçlüyle diziye ayrı bir renk geliyordu. Hepsini sevdim, iyi ki vardılar. Hele de Damat Seo çok şeker bir şeydi.

Moon Dae O,  Baek Seol Hee 
Tae Joo'nun babası Dae O ve Eun Ho'nun annesi Seol Hee sonradan evlenince Tae Joo ve Eun Ho abi kardeş durumuna geldi. Önceleri birbirlerine soğuk davransalar da sonradan bu dördü güzel bir aile oluşturdular.Seol Hee biraz kontrolü eline almaya çalışan üvey anne moduna girse de kötü niyetli olmaması onu da hoş gördürdü bana.

Kwon Ki Chan, Heo Yang Geum 
Hyo Jin'in ailesi. Zenginliğin verdiği kendilerini beğenmişlikleri olsa da dizinin sonunda doğru yolu bulan bir çift oldu bunlar da. Hani çok sevemedim ama yine de diziyi renklendirdikleri kesindi.

Karakterlere baktığımızda hepsi bir şekilde kendini sevdiren kişilerdi. Bu da diziyi daha güzel yapıyordu. Öyle entrika yoktu. Kuyu kazan, sürekli birilerinin kötülüğünü isteyen yoktu. İyi kötü hepsinin kendince haklı sebepleri vardı. Yanlış anlaşılmalar uzun sürmüyor, gereksiz skandallar patlamıyor, olaylar haddinden fazla büyütülmüyordu. İnsanları germekten çok neşelendirmeye çalışan bir diziydi. Bu nedenle olsa gerek ki herkesin gönlünde taht kurup reytinglerde %44'lere kadar ulaştığı oldu.
Ben dayanamayıp mevcut Türkçe altyazılı bölümlerden sonra İngilizce devam etsem de siz altyazıların biraz daha ilerlemesi bekleyip yavaştan izlemeye başlayın derim ben. İzlemeye değer bir dizi gerçekten. Şiddetle tavsiye edilir.
Bu arada KBS'nin youtube kanalı oluşturup dizilerini İngilizce altyazılı yayınlamasını çok takdir ettim. Rahatça ve anlaşılır bir İngilizce'yle izleyebildim. Yanlış değilsem SBS'nin de böyle bir uygulaması var ama henüz kullanma gereği duymadım. Çok yerinde bir uygulama olmuş, üstelik birçok kitleye ulaşma adına da çok mantıklı buldum. Sayelerinde ben de zevkle ve sorunsuzca izledim.

Hemen fragman ekleyip yazıyı sonlandırıyorum.

13 Şubat 2015 Cuma

My Brilliant Life / My Palpitating Life (2014)

Kang Dong Won hayranlığımı birçok yerde dile getiren biriyim. Bunca yapım çevirmişken bir adet Kang Dong Won yapımı çevirmeden çeviri serüvenime son verirsem içimde hep bir ukte olarak kalır diyordum hep. Uzun bekleyişler sonucunda umduğumdan da güzel bir filmini çevirmem nasip oldu. Hem de çok sevdiğim bayan oyuncu  Song Hye Kyo ile rol aldığı, yürek burkan, anlamlı bir konuya sahip olan bir film.
Hemen filmin konusu ve genel bilgilerini verip düşüncelerime geçeceğim.

Konu:
İkisi de henüz 17 yaşında olan genç bir çift bebekleri olacağını öğrenir.  Çift tedirgin olur, her zamankinden daha hızlı atan kalpleriyle ilk çocuklarının  doğumunu beklerler. Sonunda güzel bir oğulları olur. Çift, adını A-Reum koydukları çocuklarının "erken yaşlanma" denilen, erken yaşta yaşlı biri gibi görünmesine neden olan nadir bir genetik bozukluğu olduğunu öğrenir. A-Reum, okumayı ve yazmayı seven 16 yaşında bir çocuk olur. Ancak zihnen 16 yaşında olmasına rağmen yaşlı bir adam gürüntüsündedir. Ayrıca kendi yaşındaki bir kıza ilgi duymaya başlar.
Kim Ae Ran'ın 2011'de yayımlanan "Doogeundoogeun Nae Insaeng" adlı romanından uyarlanmıştır.


Yönetmen: E J-Young
Yazar/Senarist: Kim Ae Ran (roman), E J-Young
Yayın tarihi: 3 Eylül 2014
Tür: Romantik, Aile, Dram
Süre:117 dakika
Yapım Şirketi: Zip Cinema
Dil: Korece
Ülke: Güney Kore 

Filmi övüp öyle yere göğe sığdırmayacağım. Çünkü öyle duyguları doruk noktasında yaşatan bir film değil. Konu buna çok elverişli gibi duruyor olsa da filmin işlenişi bu yönde ilerlememiş. Anladığım kadarıyla öyle bir dert de yoktu film çekilirken. Çünkü oldukça sıradan ve bizden bir hikaye anlatmaya çalışmışlar. Evet, bahsi geçen hastalık oldukça nadir görülen bir hastalık ama sonuçta yaşanılan duygular aynı. Her anne-baba çocuğunun ölümcül bir hastalığı olduğunu bilse aynı şeyi hisseder, aynı davranır. Sonunda ölüm yokmuşçasına ellerinden geleni sonuna kadar yaparlar. Flmde de her anne-babanın çocuğu için ne fedakarlıklar yapabileceği anlatılmış.
Oyuncular çok iyiydi, hepsi hakkını vermiş rolünün. Kang Dong Won ağladığında ben de otomatikman ağlama moduna geçiyorum, çok içten geliyor bana ağlaması. Bu filmde de sık sık gözlerimi doldurmayı başardı. Zaten filmde anneden çok baba figürü işlenmiş gibiydi. Çocuğun erkek olması ve babasına özenmesi de bunda etkili olmuş olabilir tabii. 
Film; çok doğal, içten, samimi, yalın ve gerçek hayattantı. Fazla beklentiye girmeden izlediğinizde yüreğinize dokunacağına eminim. Kesinlikle değerini bilmemiz gereken sağlık ve aile olgusunu vurguluyor biraz da.

Genelde, hasta olan çocuğun duyguları üzerinden giden bir film olduğundan zaman zaman durağanlaşıyor film, fakat böyle konusu olan bir filmden de pek atraksiyon beklenmez herhalde. 
Birbirine destek ve güç vermek için güçlü durmaya çalışan anne-baba ve çocuk üçlüsünün durumu sunuluyor bize. Aşırı tepkiler yok filmde, belki de filmi durağan yapan budur. Yani şöyle kuvvetli bir bağırarak ağlama sahnesi falan olsaydı daha fazla etki bırakabilirdi ama işte o zaman da "bizden" bir hikaye olmaktan çıkardı film. Kaçımız bir hastalık ya da ölüm karşısında dizi-filmlerdeki gibi bağırıp böğürerek ağlıyoruz ki... İçten yanıyoruz biz çünkü. Dışarıya "iyiyim" mesajı verip kendimizi olabildiğince sıkıyoruz. Filmde de bu işlenmiş aslında. 

Özetle filmi fazla beklentiye girmeden izleyin, içinizde hissedin, yer yer duygulanın hatta birkaç damla gözyaşı dökün, yüreğiniz cız etsin ve bazı şeylerin değerini daha iyi anlayın.

- Dae Su, çocuğumuz nasıl olsun istersin?
- Bilmem ki, benim gibi atletik yapılı mı olsa?
Yoksa senin gibi müzikte mi iyi olsa? Ya sence?
- Herkesin seveceği biri olsun...
- Mira, şimdi düşündüm de sağlıklı olsun da başka bir şey istemem.

 Fragman niyetine güzel şarkı eşliğindeki şu MV'yi ekliyorum. Çok hoşuma gitti benim.

9 Şubat 2015 Pazartesi

M (2007)

"Nasılsın? İyi misin? Gerçekten mi?
Bensiz nasıl iyi olabildin?"
Film için özetle "İlginç" kelimesini kullanacağım.
Evet, ilginçti. Filmi tam anladım mı ya da anladığım şey doğru olan mı bilmiyorum. Sanırım asla da bilemeyeceğim.
"Gerçek ve hayalin karanlık labirenti" ifadesi filmi tam tanımlıyor aslında.
Kapkaranlık, kasvetli, karmaşık, olaylar gerçek mi hayal mi ayırt edemediğimiz psikolojik bir film.
Öncelikle ağır ve psikolojik filmleri izleyemiyorsanız aklınızdan "en azından bir şans vereyim" fikrini bile geçirmeyin derim. Çünkü sıkıcı gibi görünen filmde beyninizi yormayacağınız kıvamda sahneler bir an için bile mevcut değil. Dikkatiniz ve gözünüz sürekli ekranda olmalı, bir labirentteymiş gibi geçilen yerleri, değinilen noktaları en ufak ayrıntısıyla aklınızda tutup unutmamanız lazım ki filmin içinde kaybolmayın.
Ufak bir not:  Filmin mevcut Türkçe altyazısı yeterli değil maalesef bunu da film bittikten sonra anladım ki seyir zevkini ve anlamlandırma kısmını etkiliyor gibi birazcık.
Filmin konusu şöyle:
Kısa zamanda dikkatleri üzerine çeken, geleceği parlak ve çalışkan bir yazar olan Min-woo büyük heyecanla beklenen, sıradaki yeni romanı için hazırlanmaktadır, bu arada sıksık karabasanlar ve halüsinasyonlar görmektedir. Bu açıklanamaz durumu hem kişisel, hem profesyonel hayatını etkilemektedir. Çok geçmeden gerçekliği hayal dünyasından ayıramaz ve bir takip edilme hissine kapılır. Paranoyası onu karanlık, gösterişsiz bir ara sokaktaki kafeye götürür ve orada Mimi adında çekici, genç bir kadınla karşılaşır. Min-woo kendisinin ve karşısında duran bu kızın nasıl biraraya geldiğini merak eder ve ilk aşkının çoktandır unutulmuş anılarının peşine düşer.

Filmi listeme, kadroda gördüğüm iki isim ( Kang Dong Won ve Gong Hyo Jin ) ve okuduğum birkaç olumlu yorum nedeniyle merak edip aldım. Fazla bekletmeden de izledim. Kang Dong Won neredeyse tek başına filmi sırtlayarak canlandırdığı buhran yaşayan yazar karakterini ta içimizden hissetmemizi sağladı.
Onunla birlikte biz de gerçekle hayali karıştıran insan hüviyetine bürünüp sarsılıyoruz. Kendisi çok beğendiğim bir oyuncudur ki bu roldeki performansıyla da alkışı hak etmiş.
Yönetmen ise hayalle gerçeği, geçmişle geleceği karıştıran baş karakterimizin yaşadığı karmaşayı bize sunmak için değişik bir yol seçmiş. Bilgisayar efektleri kullanmak yerine görsel efektler, karmaşık rüya serileri, ışık ve duyguları kullanmayı tercih etmiş. Oldukça yerinde kullanılan ses ve müzikler, sonlara doğru daha da bir anlamlandırdığımız manalı repliklerle de filmin etkisini arttırmış. Tabii bunu da filmin sonuna doğru olayları iyi kötü bağdaştırdığınızda daha iyi fark ediyorsunuz.

Filmin vermek istediği mesaj bu muydu bilmiyorum ama benim anladığım şöyle ki:
Geçmiş anılarınızı unutmayın. Anılar güzel ve değerlidir. Zaman zaman dönüp onlara bir göz gezdirin ama geçmişin içinde kaybolup da orada takılı da kalmayın.
Filmde çok güzel ve anlamlı replikler var demiştim. Beğendiklerimi ekleyeyim dedim.

"Gelen ölüme yıllarca üzül. Ve ağla,
Acıklı filmleri izlerken değil, komedi filmlerini izlerken.
Sürekli beni düşün.
Ben öldükten sonra acı ve ıstırap içinde olmanı istiyorum.
Birlikte mırıldandığımız şarkıyı dinle.
Beni özlediğin için acı duymanı istiyorum."

"Hayat yolunda bir çok şeyi kaybediyoruz.
Sevdiğimiz ve en çok umursadığımız şeyleri.
Sonra da onları kaybetmenin üzüntüsünü derinlere gömüp unutuyoruz. İşte hayat bu!
Fakat kaybettiğimiz şey bize geri dönmenin bir yolunu bulur.
Tıpkı bir tsunaminin okyanu vurması gibi hayatlarımızı sarsar."

Filmin en güzel repliği de bu olsa gerek:
- İlk tanıştığımızda gökyüzü ne kadar parlaktı hatırlıyor musun?
- Hayır, hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Çünkü gözlerim sende kitlenmişti.

FRAGMAN