28 Aralık 2014 Pazar

Park Seo Joon

İzlediğim yapımların çokluğu nedeniyle izlediğim oyuncu sayısı da bir hayli fazla tabii. Ne kadar çok izlersem de gerek yapımı gerekse oyuncuları beğenmem o kadar zorlaşıyor haliyle. Malum yavaş yavaş bu işten de anlamaya başladığımdan olsa gerek, "Çok yapmacık oynuyor yahu bu!" diye hemen çok bilmiş moduna girebiliyorum. :)
Neyse işte böyle bir dönemdeyken kendimce yeni bir yıldız keşfettim.
Şu ana kadar çok sevdiğim oyuncular da dahil tek şahıs üzerine hiç yazı yazmamıştım. Bir kişi hariç tabii. Faith dizisi sırasında çok dikkatimi çeken Sung Hoon'dan sonra tabiri caizse ilk kez gözünde ışık gördüğüm, çok beğendiğim bir oyuncudan bahsetmek istedim. Park Seo Joon.

Efendim bu yaşı yaşıma, boyu boyuma uygun genci ilk "One Warm Word" dizisinde izledim. Dizide iki evli çiftin hikayesinden çok ben bu çocukla onun sevdiği kızın hikayesini daha çok merak etmiş, ilgi duymuştum. O diziyi izlerken çok beğenmiştim kendisi ama yoğunluğum arasında kaynayıp gitmişti.

Geçenlerde izleyecek dizi ararken Witch's Romance dizisine denk geldim. Baktım ki başrolde Park Seo Joon var. Bunun üzerine diziye bir şans vereyim dedim. Diziden çok bahsetme gereği duymuyorum. Vasatın biraz üstü, yaşlı kadın genç çocuk aşkı üzerinde duran vaktiniz varsa izleyin yoksa izlemeseniz de olur dedirten cinsten bir diziydi. Diziyi izlerseniz de sebebiniz Park Seo Joon olsun, çünkü onun için değer.
Ağlama, gülme, mutlu olma, üzülme, kıskanma, şebeklik yapma... her türlü sahnenin altından kalkmış.
Her role yakışmış. Ses tonu da ayrı bir güzel. Dizi için bir şarkı bile seslendirmiş. Onu da ekleyeyim hatta.

Genel bilgileri ve yapımlarına da bakalım. Kısa sürede izlemediklerimi de kendisi için izlemeye çalışacağım.

İsim: Park Seo Joon - 박서준
Meslek: Aktör
Doğum Tarihi: 16 Aralık 1988
Doğum Yeri: Güney Kore
Boy: 185 cm
Kilo: 69 kg
Burç: Yay
Eğitim: Seul Sanat Üniversitesi

Dizileri
Dream high sezon 2 (2012) / Si-Woo
Shut Up Family (2012 -2013) / Cha Se Joon
I Summon You Gold (2013) / Park Hyun-tae
Drama Festival (2013) / Kim Him Chan
One Warm Word (2013) / Song Min Soo
The Sleeping Witch (2013) /  Kim Him Chan
Witch's Romance (2014) / Yoon Dong Ha
Kill Me, Heal Me (2015) / Oh Ri On


Filmleri
Perfect Game (2011) / Chil Goo
The Chronicles of Evil (2015) / Dedektif
Beauty Inside (2015) / Woo Jin
Önümüzdeki dizi kuşağında belki de merakla bekleyip izlemeyi düşündüğüm tek dizi olan Kill Me, Heal Me dizisinde rol alacak olması da beni ayrıca sevindirdi. Umarım bundan sonra da güzel ve önemli dizilerde kendisini bol bol başrollerde görürüz. Henüz yaşının genç olması da ileride büyük işler başaracağı inancına sürekledi beni.
Dizide başrol kızımızın roman yazarı olan  ikiz kardeşi rolünde yer alacak. Gelen ilk resimlerden anladığım kadarıyla bizi o dizide çok güldüreceğe benziyor. Merakla bekliyorum.



23 Aralık 2014 Salı

Pained / Acı (2011)

Ağlama, acımıyor...
İzlediğiniz filmi ruh halinize göre seçmeniz gerektiğine inananlardanım. Öyle çok dertliyken atalım bir komedi de kafamız dağılsın falan hikaye bence. Dertliyken, üzüntülüyken yine o duygularınızı kamçılayacak bir yapım seçeceksiniz ki filmi gerçek anlamda hissedip yaşayın. Aynı durum çok neşeli olduğunuz zamanlarda duygusal değil de komedi yapımları izlemeniz için de geçerli tabii. Ağlarken gülmek ne kadar zor gelirse, gülerken ağlamak da öyle zor gelecektir.
İşte ben de, insanı bir kenara geçip sessizce dert çekme moduna sokan bu yağışlı ve soğuk kış gününde tam da karamsar moduma uygun bir film seçip izledim, "Acı". Filmin adı bile yetiyor aslında değil mi? Filmin afişleri de adı da içeriğin gerçekten "acı" olduğunu gösteriyor gerçi.
Kwon Sang Woo ve Jung Ryeo Won gibi çok sevdiğim iki usta oyuncunun oyunculuklarını konuşturduğu filme bu gerçeği bilerek başlıyorsunuz zaten.
Ailesini kaybetmiş, tek başına yaşayan, hayattan yaşamlarını sürdürebilmekten başka bir beklentisi olmayan, sağlık sorunları da olan iki kişinin hikayesini izliyoruz filmde.
Esas oğlanımız çocukken geçirdiği bir kazada acıyı hissetme yetisini kaybetmiştir, kızımız da hemofili yani kanının pıhtılaşmamasından muzdariptir.
Bir şekilde yolları kesişen tabiri caizse ümitsiz vaka çiftimizin arasında kısa sürede sevgi filizleri açmaya başlar. Zaten film baştan sona karamsar bir havada geçmiyor, tebessüm ettiriyor, ufaktan eğlenceli anlar bile yaşatıyor size. Çift arasındaki olaylar sizi eğlendiriyor biraz da.
Birbirlerine verecek sevgiden başka bir şeyi olmayan bu çifti çok seviyor, samimi ve içten buluyorsunuz.
Çünkü karşılıksız, saf ve yürekten bir bağlılık oluşmuştur aralarında.
Kimsenin onlara sormadığı "Neyin var?" sorusunu birbirlerine sorup içlerinde kopan fırtınaları paylaşan çiftimiz, birbirleri için ağlamak istediklerinde sığınacak liman, gülmek istediklerinde mutluluklarını paylaşacak yoldaş olurlar. Onları böyle gördüğünüz bu noktada kendinizi hatırlıyorsunuz birden. Etrafınız insan kaynıyor olsa bile size yürekten "Neyin var?" diye soran, derdinizi paylaşıp kalbinde hisseden ve sizin de kendinizi ona açabileceğiniz pek fazla kişinin olmadığını fark ediyorsunuz. Onlardan iyi durumdaymış gibi görünseniz bile onlara imreniyorsunuz tuhaf bir biçimde.

Filmle beraber her duyunun önemini kavrıyor özellikle de acıyı hissetmenin aslında ne büyük bir lütuf olduğunu anlıyorsunuz.
Ve değişmeyen tek gerçek ortaya çıkıyor; bedensel olarak neyi hissederseniz hissedin ya da hissetmeyin kalpte hissedilen "acı" herkes için ortaktır ve bundan kaçmak mümkün değildir.

Ben tek saniyesinde bile sıkılmadım, güzel vakit geçirdim. En azından acı çekmenin değerini biraz olsun anlıyorsunuz. İçinizde bir burukluk kalıyor. İstem dışı etkileniyorsunuz. Senaryo tanıdık geliyor, hasta iki insanın aşkı diyorsunuz... ama öyle farkında olmadan içine giriyorsunuz ki filmin, yüreğiniz öyle burkuluyor ki "Yok ya çok da bilindik değil, farklıydı, güzeldi" diyorsunuz. Fazla beklentiye girmeden sadece duygusal anlar yaşamak, biraz "acı" çekmek istiyorsanız tavsiye ederim filmi.

16 Aralık 2014 Salı

Secret / Bu neng shuo de. mi mi / Sır (2007)

Bazen önyargılardan, bazen zamansızlıktan, bazen de gözden kaçırmamızdan dolayı maalesef hak eden birçok yapımı çok geç izliyoruz. Yapımın son saniyesini de izleyip tadı damağınızda kaldığında, "Daha önce onca gereksiz şeyi izlerken sen neredeydin ya da ben neden seni fark etmedim?" sorusu geliyor akla.
İşte benim de sırf Tayvan yapımı diye önyargılı olduğum Secret da tam böyle bir film işte.
Uzakdoğu dünyasına gireli 5 yıl oldu ama ben çok uzun zaman önce izleme listeme alıp indirmiş olmama rağmen bu güzel filmle ancak tanışabildim.
Tabii böyle güzel bir film bulmuşken hakkında bir iki kelam etmemek büyük haksızlık olurdu.
Film sizi -tam da benim sevdiğim şekilde- yalın, sıcak, samimi ve doğal bir ortamla karşılışıyor. Sakin, huzur verici, eskinin izlerini taşıyan 100 yıllık bir okulu gezerek başlıyoruz filme. Yeteneğiyle geleceğin parlak piyanist adaylarından biri olan esas oğlanmız Jay yeni başladığı  bu okulu merakla gezip keşfetmeye çalışırken biz de ona eşlik ediyoruz. Sonra onunla beraber hoş bir piyano sesi duyuyoruz. Sesi takip eden Jay bizim de merakımızı gideriyor. Okulun eski müzik odasına gelen Jay orada Rain ile karşılaşıyor.
Rain'e çaldığı parçayı soran Jay bunun bir "Sır" olduğu cevabını alıyor.
Bu tanışmanın ardından Jay ve Rain'in arkadaşlıkları başlar. İkisini birbirine bağlayan en önemli nokta piyanoya olan sevgileridir. İkilinin samimi ve içten dostluğu yavaş yavaş aşka dönüşür. Birlikte dolaşırlar, birlikte müzik dinlerler, birlikte piyano çalarlar...
Bu sırada filmdeki atmosfer, görsellik, müzik şöleni görülmeye değer. Durağan bir şekilde ilerliyor olsa da filmden kopmuyor, sıkılmıyorsunuz. İkilinin yaşadığı masum sevgiyi hissediyor, içinizde yaşıyor, imrenerek ve tebessümle takip ediyorsunuz.
Rain'in bir sırrı olduğunu onu ilk gördüğümüz zaman anlıyoruz zaten. Fakat birçok tahmin yürütsek de ne olduğunu anlamak pek mümkün olmuyor. Ya da tam anladığınızı zannettiğiniz zamanda o olmadığını fark ediyorsunuz. Filmdeki o sakinlikle sunulan görsel ve işitsel şölen, okulun da yıkılacağı mezuniyet töreni günü başka bir boyuta geçiyor adeta. Olaylar hızlanıyor, filmdeki "Sır" yavaş yavaş açığa çıkmaya başlıyor.
Bir anda sakin sakin izlediğiniz film sizi yoğun bir düşünme evresine sokup, "Bu filmde ne olduğunu anlayacağız dimi?" şeklinde bir çelişkiye sokuyor. Bu çelişki uzun sürmeden parçalar yerine oturuyor ve "Sır" ortaya çıkıyor.
Filmi bitirdiğinizde kafanızda pek fazla soru kalmıyor aslında. Kalan ufak tefek şeyleri de filmin sizde bıraktığı hoş duygular nedeniyle es geçiyorsunuz zaten. Çünkü film boyunca her türlü duyguyu yaşıyorsunuz. Gülüyorsunuz, üzülüyorsunuz, seviyorsunuz, nefret ediyorsunuz, meraklanıyorsunuz, kızıyorsunuz, seviniyorsunuz, ağlamaklı oluyorsunuz, tebessüm ediyorsunuz, mutlu oluyorsunuz... Fakat bunları hep dozunda yaşıyorsunuz.

Filmde mutlaka değinilmesi gereken nokta piyano sahneleri. Oyuncular bu sahnelerde döktürüyor, sizi kendine hayran bırakıyor. Gözünüzü de kulağınızı da filmden alamıyorsunuz. Sırf bu sahneler için bile izlenebilir.

Sonuç olarak ailecek de izlenebilecek, güzel vakit geçireceğiniz bir film çıkmış ortaya. Şiddetle tavsiye edilir.

Film hakkında genel bilgiler ve konusu:

Jay, Tamkang Lisesi'nde müzik öğretmeni olan babası Chin (Chou Sang) ile birlikte yaşamaktadır. İkisi de müzik ve piyano da son derece iyidir. Tamkang Lisesi'nin ilk gününde, Jay kampüste yeni tanıştığı sınıf arkadaşı ile yürürken gizemli bir piyano sesi dikkatini çeker. Müziği takip ettiğinde ise eski müzik odasında piyano çalan kızı bulur. Piyano çalan bu kız, Rain( Lun-Mei Kwai), Jay'in sınıf arkadaşlarından biridir. Jay ona çaldığı parçayı sorar ama o bu bir SIR'dır. Birlikte vakit geçirmeye başlayan Jay ve Rain'in arasındaki arkadaşlık kısa bir süre sonra aşka dönüşmeye başlar.

Yönetmen: Jay Chou
Yapım yılı: 2007
Süre: 101 dk
Tür: Dram, Fantastik, Romantik, Müzik
Oyuncular:
Jay Chou
Lunmei Kwai
Kai-Xuan Tseng
Chau Sang



6 Mayıs 2014 Salı

Maundy Thursday (2006)


Ne varsa eskilerde var...
Yine uzun zaman önce indirip hep eski bir yapım olduğundan ve biraz ağır ilerlediğini duyduğum için izlemeyi erteleyip izledikten sonra ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladığım bir filmle karşınızdayım.
Meğerse film tam da benim tarzım olan ağır ama derinden ilerleyen bir klasikmiş.
Elbette günümüz filmlerinde de çok başarılı olanlar var ancak bazı yapımların bir benzerini çekmek bile imkansız olabiliyor. Çünkü onun çekildiği zamanki şartları, yaşananları tekrar oluşturmak mümkün değil.
Buna ek olarak yapmacıklıktan uzak oyuncuların başarılı performansını başka oyuncularda görmek oldukça zor olabiliyor.Hele ki bu oyuncular o film için zaten biçilmiş kaftan ise.
Kang Dong Won, az ama öz izlediğim oyunculardan biri. Her izlediğim filmine de damgasını vurmuş durumda.
Bu kadar başarılı bulduğum bir oyuncuyu keşke daha sık yapımlarda görebilsem.

Filme gelirsek, önce konuya bakalım.
Konusu: hayata umutsuzlukla bakan iki insanı konu alıyor ve bu şekilde başlayan film, hayatının kendisinin asıl “umut” olduğunu vurgulayarak son buluyor..
Bu iki umutsuz insanın karşılaşması ise; kızımızın teyzesi sayesinde oluyor.Teyze, hapishane rahibesi olduğundan, tekrar intihara teşebbüs eden yeğenini bu umutsuz düşüncelerden uyandırmak; ölecek olan gencin eskiden kardeşinin çok sevdiği şarkıcıyı görme isteğini yerine getirmek adına, ikisini zorlada olsa bir araya getiriyor.Artık her Perşembe günü, hapishanenin görüş odasında istemeseler de bir araya gelecekler ve yüz yüze bakacaklar.Başta havada esen düşmanca duygular, yavaşça rahatsız bir ortama, oradan bir iki muhabbete, sonrasında ise hiç kimseye anlatılamayan sırların birbirlerine açıklanmasına kadar ilerliyor.
 
Oldukça sıradan gibi görünen bir konusu var. İdam mahkümü bir tutuklu ve onunla bir şekilde yolları kesişen dıştan her şeye sahip gibi görünen zengin ve güzel bir kadının her perşembe günü bir saatlik görüşme yapmasıyla aralarında gelişen olaylar...
Yavaş yavaş birbirlerini tanımaya, birbirlerine güvenmeye başlarlar. Peşinden kalplerini birbirlerine açıp sırlarını, içlerinde kopan fırtınaların nedenini anlatıp sırdaş olurlar. En sonunda da gönül bağını kurup yeniden yaşama isteği kazanır, dünyaya yeni bir pencereden bakmaya başlarlar.

Film ağır, az replikli, çoğunlukla kapalı ortamlarda geçiyor. Olaylar yalın ve sade bir şekilde sunuluyor. Tüm bunlara rağmen filmden de kopmuyorsunuz. Az ama öz repliklerle, yavaş yavaş perdesi açılan olaylarla bir şekilde merakınız canlı kalıyor hep. Adım adım acı sona ulaşacağınızın düşüncesi de bir yandan içinize büyük bir sıkıntı veriyor. İşte tüm bu unsurlar zaten filmi etkileyici kılıyor aslında. Derinden içinize işliyor, her olayı sindirip duyguları iyice hissettirmenizi sağlıyor. Yeri gelince de darbesini bir güzel indirip uzun süre sizi sarsacak kadar yaralıyor.
Birazcık da sulugözseniz ağlamamak zor biraz...
İlk fırsatta izlemenizi tavsiye ederim.



3 Mayıs 2014 Cumartesi

My Paparotti (2013)

 Bir serseriden opera sanatçısı yaratmak mümkün mü acaba?

Genelde başarı öykülerini anlatan filmler güzel olur. Hele ki bu gerçek hikayeden yola çıkılarak bize sunulduğunda etkilenmemek pek mümkün olmuyor. İşte yine böyle bir başarı öyküsünün anlatıldığı hoş bir filmdi My Paparotti.
Büyükannesiyle yaşayan baş kahramanımız onu da kaybettiğinde bu koskoca dünyada yalnız kalır. Ne yaptığını umursayan kimse yoktur. Yalnızlık canını öyle yakmıştır ki sonunda bir mafyaya girmeye bile razı olur. Çünkü orada ona yoldaş olacak, kardeşim diyeceği, birlikte kalacağı, sohbet edebileceği kişiler olacaktır.

Allah vergisi harika bir sesi olan kahramanımız şarkı söylemeyi de çok sevdiğinden bir yandan da sanat okuluna gitmeye devam eder. Tabii bir mafya üyesinin günleri çok da olaysız geçmez. Gittiği okullardan kovulur ve sonunda bir köydeki okula yolu düşer. Burada tanışacağı müzik öğretmeni onun hayatını değiştirecektir.
Kahranımız yavaş yavaş soyutlandığı  dünyaya geri dönecek, insanlarla yakınlaşmaya başlayacak ve tabii ki keşfedilen yeteneğini geliştirip dünyaca ünlü bir tenör olmak için çalışmalara başlayacaktır.
Daha önce yalnızlık ve çaresizlikten girdiği mafya batağından çıkmak da pek kolay olmayacaktır elbet.

Film tebessüm ettiriyor, güldürüyor, duygulandırıyor ve gözyaşlarınızı akıtıyor. Bu yaşlar üzüntüden olduğu kadar gururdan, mutluluktan da olabiliyor aslında. Eğer filmin içine girmişseniz siz de kahramanımızın yaşadığı duyguları yürekten paylaşıyorsunuz ki ben bayağı bir girmiş olmalıyım ki baş kahramınızın döktüğü mutluluk-burukluk-üzüntü ve biraz da gurur gözyaşlarına eş zamanlı olarak ben de eşlik ettim.
Hayatınızda ufak da olsa yaşadığınız o gururlu anlar aklanıza geliyor ve daha da içinize işliyor o duygular.

Lafın özü etkileyici bir başarı öyküsü. Filmi neredeyse bir başlarına götüren Lee Je Hoon ve beni izlediğim her yapımında kendine hayran bırakan Han Suk Kyu bu filmde de harika bir iş çıkarmışlar.
İkisi de sahnelerinin hakkını verip bana birçok duyguyu yaşattılar.


Bilgi: Film, 2009 yılında katıldığı "Starking" adlı televizyon programında ilk kez sahneye çıkan ve sesiyle dinleyenleri etkileyen Kim Ho Joong'un dinleyenleri ağlatan gerçek hayat hikayesinden yola çıkarak uyarlamıştır.

Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.
Şimdi unutulmaz bu iki sahneyi de eklemek istiyorum ki dinlerken kulaklarınız bayram etsin.

7 Şubat 2014 Cuma

Voice of a Murderer / Geu nom moksori (2007)

 BİR KATİLİN SESİ
Bir daha Kore'nin gerçek olaydan uyarlama yapımlarını izlersem 4 olsun. Evet, bu üçüncüydü ve ben dersimi ancak aldım. Yani sanırım almışımdır artık...
Her biri kalbimi ayrı yaktı ve hiçbiri istendik yönde ilerleyip istendik yönde sonlanmadı.
Daha önce bahsettiğim Silenced filmi ilk darbeyi vurmuştu, dersimi almayıp bir de Memories of a Murderer adlı filmi izledim ve yine saç baş yoldum. Zira orada da 1986 yılında yaşanmış ve çözülememiş bir seri katil davası vardı. Buna rağmen dersimi almayıp bir de bu filmi izledim.
Artık kolay kolay cesaret edip de "Gerçek hikayeden uyarlamadır." yazısını gördüğüm dram/seri katil içerikli filmleri izleyeceğimi sanmıyorum. Hayır yani bünyeme zarar. :(
"Kaçırdığı çocukların aileleri ile kedi fare oyunu oynamayı seven bir seri katil. Haber sunuculuğu yapan bir adamın oğlunu kaçırır ve aileden fidye ister. Oyunu kendi kurallarına göre oynamayı seven sıra dışı katil ile aile ve polis arasında uzun bir takip başlar."
Filmin konusu bu ve geneli bu istikamette gitse de bir filmi güzel yapan size hissettirdikleri, oyuncuların sanki gerçekten onlar yaşamış gibi başarılı bir şekilde o role bürünmeleri ve tabii ki filmin içine girebilmeniz.
Bu filmi de bu kısımlar üzerinden ele alırsak özellikle baba rolündeki Sol Kyung Gu ve anne rolündeki Kim Nam Joo çok iyi iş çıkarmış. Hele hele son sahne en vurucu kısım olmuş. Beklemiyordum yani bunu.
Bu nedenle de son ana gelene dek etkilenmeyeceğim sanırım bu filmden düşüncem bir anda yerle bir oldu. Hatta kanım dondu desem yeridir.
Filmle ilgili eleştireceğim tek şey en başlarda filme kendimi kaptıramadım. Yani ağır mı ilerliyor desem, sahneler mi kopuktu desem bilemiyorum ama ikinci kısımda daha fazla beni içine çektiği bir gerçek.
Son olarak değineceğim şey ise filmde katili seslendiren benim de çok sevdiğim bir oyuncu olan Kang Dong Won, bilginize.
Sonuç olarak ruh halinizin kaldıracağı bir anınızda kesinlikle tavsiye ederim. Mutlaka izleyin.

2 Şubat 2014 Pazar

War of the Arrows / Arrow, the Ultimate Weapon (2011)

Okların Savaşı
Bir kahraman doğar, efsane başlar...
Taa ilk altyazısı çıktığında indirdiğim, her film izleme söz konusu olduğunda öne attığım film olmasına rağmen bir türlü kısmet olup da izleyememiştim filmi. Öyle ki evdekiler bile bu kez kesin izleyeceğim bu filmi dediğimde bana gülmeye başlıyorlardı. İşte durum bu hali almışken geçen gece artık şeytanın bacağını kırıp filmi açtım ve ne olursa olsun bu gece bitireceğim dedim. Zaten bunu dememim üstünden çok fazla zaman geçmeden kendimi filme kaptırmış olacağım ki ne zaman sonuna geldiğimi hiç anlayamadım.
Özellikle benim gibi tarihi yapımları seviyorsanız bu bile tek başına filmi izlemenize yeter. Ha oldu ki pek aranız yok tarihi yapımlarla yine de keyifle izleyeceğinize, hatta tarihi yapımlara olan önyargınızın kırılacağına inanıyorum.
Film başrolümüz olan Na Mi ve kızkardeşi Ja In üzerinedir aslında. İki kardeş babalarının haksız yere hain ilan edilip öldürülmesinden sonra kaçarak babasının arkadaşının evine sığınırlar. Na Mi'ye babası tarafından emanet edilen bir yay vardır. İki kardeş orada gizlice yaşarlar. Ev sahibinin oğlu ile Ja In birbirini sever ve evlenmelerine karar verilir. Tam düğün günlerinde Chosun yani günümüz Kore'si, Çin tarafından saldırıya uğrar. Çinliler gelip halkı esir alır. Kız kardeşinin esir alınıp Çin'e götürüldüğünü anlayan Na Mi peşlerine düşer. Na Mi yayını çok ustaca kullanmaktadır. Bu sırada Çinli savaşçılarla arasında kovalamaca başlar.
Harika bir görsel şölen sunuyor bize film. Bunun yanında temposu hiç düşmüyor. Dövüş sahneleri, kovalamaca sahneleri güzel yansıtılmış. Çinli okçuları/savaşçıları canlandıran karakterler de gayet iyiydi.
Filmi uzun süre izleyemememin verdiği bir fazla beklentim yok durumu hasıldı bende ama beni fazlasıyla tatmin eden, soluksuz izlediğim bir film oldu.
Özetle seyir keyfi, temposu, heyecanı yüksek mutlaka izlemeniz gereken bir yapım.
Tavsiye edilir şiddetle. Benim gibi yapıp geciktirmeyin hatta.

31 Ocak 2014 Cuma

Silenced / The Crucible (2011)

SESSİZLİK
Film izleme faslıma devam ederken kuzenimin "sosyal içerikli" olsun istemiyle gözüme takılan film bu kez Silenced oldu. Çok uzun zamandır izlemeyi düşünsem de kendimi izleyecek ruh halinde bulamıyordum. Gerçi şimdiki düşünceme göre bu filmi izlemek için uygun bir ruh hali mevcut değil zaten. Açıp gerçeklerle yüzleşmeyi göze almak lazımmış... Tabii bu kez seçtiğim filmin bu olmasının tek artısı filmi tek başıma izlemek zorunda kalmamak oldu. Zira izledikten sonra ya günümüz dünyasının acı gerçeği olan "adalet, güçlünün isteğine göre işler"in yüzüne çarpılmasıyla kafanı duvarlara vurmayı ya da en azından seninle aynı duyguyu hissedenlerle konuşup biraz sakinleşmeye çalışmayı isteyeceğiniz kesin.
Öncelikle bilinmesi gereken film gerçek bir olayı anlatıyor. Nerede okuduğumu hatırlamasam da, "Filmlerde anlatılanlara acımasız diyorlar oysa ki gerçek hayat daha acımasız." benzeri bir ifadeye rastlamıştım. İşte bu nedenle olacak ki bildiğimiz klasik filmlerdeki gibi güldürmüyor, şaşırtmıyor, değişik ya da istendik yönde bir son vaat etmiyor. İşte bu nedenle de daha çok can yakıyor aslında. Çünkü olan her şey gerçek... Tam da gerçek dünyada olduğu gibi.
Film, bir sağır ve dilsizler okulunda okul yönetcileri ve öğretmenlerinin çocuklara uyguladıkları şiddeti ve cinsel istismarı anlatıyor. Okula giden yeni öğretmen durumu fark eder ve olay mahkemeye taşınır. Lakin okul yöneticilerinin eli çok uzundur ve yargı da dahil onların yanındadır. Hal böyleyken de çocukları savunup, onlara bu kötülükleri yapanların cezalandırılması için çetin bir mücadele başlar.
Doğrusu filme başlarken bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim. Yer yer sahnelere bakamama, sarma gereksinimi duydum. Belli bir noktadan sonra artık benim de çocuklar gibi sesim çıkmadığını, hiçbir şeye tepki veremediğimi fark ettim. İnsan olan herkes etkilenecektir eminim filmden.
Oyunculara gelince başta çocuk oyuncular olmak üzere çok iyi iş çıkartmışlar.

Filmin sonunda ise, "Bırak uğraşmayı, dünyayı değiştiremezsin. Düzen böyle. Herkes böyle yapıyor..." gibi şeyler söyleyip insanların belki çaresiz, işe yaramayacak ama ısrarlı adalet arayışlarını gereksiz gören insanlara güzel bir gönderme vardı.
"Mücadele etmemizin sebebi dünyayı değiştirmek için değil, dünyanın bizi değiştirmesine izin vermemek için."

29 Ocak 2014 Çarşamba

Film Kuşağı

Gerek zamansızlığımdan, gerek beni kendine bağlayan bir yapım bulamadığımdan olacak ki şu sıralar Uzakdoğu dizi dünyasından oldukça kopuk durumdayım. Bu nedenle onca vakitsizliğimin arasında arada tembellik yapıp her şeyi boşverip bir şeyler izleyeyim dedim. Bu aşamada da kısa süreli kaçamak imkanı sunan film izlemek tercihim oldu haliyle.
Uzun zaman önce indirip stok yaptığım filmler arasından seçim yaptım. Ayrıca bir süredir beklediğim, izlemeyi düşündüğüm filmlerin İng. altyazısı da çıkmışken bu filmlere hem Türkçe altyazı kazandırmış olayım hem de izleyeyim diyerekten kendime ortak çevirmenler de bulup 2 filmin de çevirisini yaptık.

Toplamda bahsedeceğim 4 film oldu özetle. 2'si hazır çeviriden, 2'si de bizim çevirimizden. Önce çevirdiğim yapımlardan başlayayım.

The Terror Live (2013)
NAKLEN TERÖR
"Hayatta Kalmak İçin Canlı Yayında Kal..."
Yoon Young Hwa, haber sunuculuğundan alınıp bir radyo programının sunuculuğuna verilmiştir. Tam da yeni programının ilk haftasında bir dinleyici programa katılır, köprüye bomba koyduğunu ve patlatacağını söyler. İlk başta buna inanmayan sunucu ilk patlamayla durumun ciddiyetini anlar ve hemen saldırıyı gerçekleştirdiğini iddia eden kişiyle canlı yayında konuşmak ister. Bu hem reytingleri arttıracak hem de ona eski popülaritesini kazandırıp haber sunuculuğuna dönmesini sağlayacaktır. Teröristin ise tek bir isteği vardır o da Başbakan'ın stüdyoya gelip tüm halkın önünde özür dilemesidir.

Film tamamında neredeyse aynı ortamda geçse de heyecanınızı ve dikkatinizi hep uyanık tutuyor.
Bir sonraki sahnede ne olacağınızı merak ediyorsunuz ve bir bakıyorsunuz ki sona gelmişsiniz.
Sağlam bir sistem eleştirisi yapan film, güçlünün güçsüzü nasıl ezdiğine, her zaman bir günah keçisinin nasıl var edildiğine değiniyor. Sonunda da beklenmedik bir sonla veda ediyor bize.
Eksikleri tabii ki vardı her yapımda olduğu gibi ama kesinlikle izlenmesi gereken bir yapım olduğunu düşünüyorum.
Film kendine Kore'de 5 buçuk milyonun üzerinde seyirci bularak vizyonda olduğu sürede en çok izlenen filmler arasında yerini aldı.
Son olarak da filmi neredeyse tek başına sırtlayan ve harika oyunculuğuyla izleyiciyi ekrana kilitleyen Ha Jung Woo'yu da tebrik ediyorum.

Hide and Seek (2013)
SAKLAMBAÇ
"Ya Evimde Bir Yabancı Varsa... "
Kore'nin ağır toplarından olan Son Hyun Joo'nun başrolünde olduğu ve yine deyim yerindeyse oyunculuğunu konuşturduğu bu film de yine izlenmeye değecek yapımlardan biri.
Öncelikle filmdeki gerilimin yanısıra biraz da psikolojik öğeler mevcut. Bu da sizi daha fazla geriyor tabii ki.
Sung Soo, karısı Min Ji ve çocukları ile lüks bir dairede yaşayan başarılı bir iş adamıdır. Bağını kestiği abisi dışında hayatı gayet iyi gitmektedir. Bir gün Sung Soo abisinin kaybolduğunu söyleyen bir telefon alır. Bunun üzerine 10 yıl sonra ilk kez onu aramak için abisinin dairesinin olduğu binaya gider. Orada her kapının üzerine kazınmış tuhaf semboller görür. Ayrıca onları gözleyen biri olduğuna inanan ve korku içinde yaşayan Joo Hee ve kızı ile tanışır. Sung Soo kapılara kazınmış sembollerin cinsiyet ve kişi sayısını gösteren "Saklambaç şifreleri" olduğunu anlar. Evine döndüğünde ise benzer semboller kendi kapısına da kazınmıştır.
Bundan sonra ise aile diken üstüne yaşamaya başlar, artık can pazarı başlamıştır...
Film Kore'de vizyona girdiğinde beklenmedik büyüklükte bir izleyici bulmuş kendine. 5 milyon 600 binin üzerinde bir rakama ulaşmış. Ayrıca ödüller de almış. Filmde açıkta kalan, anlamlandırmakta zorlandığımız kısımlar olsa da yaklaşık 2 saat boyunca sıkmıyor sizi. Meraklandırıyor, geriyor... Özetle benim gibi eğer bu türü seviyorsanız izlerseniz vakit kaybettiğinizi düşünmeyeceksiniz bence.

 Gelelim diğer iki filme:

The Flu (2013)
Grip
"Ölüm Soluduğun Havada..."
Bugünlerde kendim de dahil ciddi bir grip salgınıyla karşı karşıyayız. Hal böyleyken de uzun zamandır izlemeyi düşündüğüm "The Flu" aklıma geldi, günün anlam ve önemine binaen hasta yatağımda açıp izleme kararı aldım. Tabii filmi izlerken halime milyonlarca kez şükrettim orası bir gerçek.

Aslında daha önce birkaç kez salgın hastalıkların anlatıldığı yapımlar izlediyseniz bu filmde de durumun çok farklı olmadığını göreceksiniz. Yine de oyuncularıyla beni benden aldı film.
Jang Hyuk'u da Soo Ae'yi de çok ama çok severim. Yine beni yanıltmadılar ve oyunculuklarını gösterdiler.
Onlara ek olarak filmimizin küçük kahramanı da kendine hayran bıraktı beni.
Ülkeye kaçak giren mültecilerle yayılan ölümcül bir grip salgını kısa sürede Seul'e 12 km uzaklıktaki bölgede yayılmaya başlar. Öyle güçlü bir virüstür ki bir günü tamamlamadan bulaştığı kişiyi öldürmektedir. Durum böyle olunca bölge karantinaya alınır, can pazarı başlar, insan hayatının değeri kalmaz yetkililer gözünde.
Bu sırada olaya Amerikalılar da dahil olur ve toplu ölümler başlar. Söz artık devlettedir.
Bir yandan kızını kurtarmaya çalışan bir anne ve onlara yardımcı olmaya çalışan bir kurtarma görevlisinin durum karşısındaki uğraşlarını izlerken öte yandan da virüs için antikor üretmeye çalışıldığını görüyoruz.
Sonlara doğru ise küçük kızımızın annesi için ağlayışları ve yalvarışı kalbimize dokunuyor ve gözlerimizi yaşartıyor.
Filmde konu olarak yeni bir şey yok ama yine de adrenalinli bir şeyler izleyeyim, kurgu ve oyunculuk da iyi olsun diyorsanız bu film sıkmadan size hoş bir 2 saat yaşatacaktır.
Kısaca ifade edersek; güldürdü, heyecanlandı, üzdü, ağlattı... Güzeldi!

All About My Wife (2012)
Karım Hakkındaki Her şey
Hep gerilim hep gerilim nereye kadar deyip bu kez kendime bir romantik komedi seçtim. Tabii seçim yaparken yine en büyük etki oyunculardaydı. Sevdiğim iki kişi çift olarak karşıma çıkınca o yapımı izlemekten kendimi alamıyorum. Im Soo Jung ve Lee Sun Gyun'un harika bir çift olduğu film gülmekten öldürmese de eğlenceli dakikalar yaşatıyor bize.
Gevezenin de ötesinde bir çeneye sahip olan karısının dırdırından bıkan esas oğlanımız ona boşanmak istediğini bile söyleyememektedir. Ne kadar denese de karısından kaçamamakta, yalnız kalamamaktadır.
Ne yapacağını bilemez bir haldeyken komşusunun bir kazanova olduğunu öğrenir. Onunla konuşup karısını baştan çıkarmasını ister. Böylece karısı boşanmayı kendi isteyecektir. Bu plan doğrultusunda her şey işlemeye başlar ancak beklenmedik şeyler olur ve işler karışır...
Tipik bir romantik komediydi. İzlerken oldukça eğlendim ben.
Fazla bir beklentiniz olmadan hoş vakit geçirebileceğiniz, kafa dağıtmanıza yarayacak hoş bir film.