9 Temmuz 2016 Cumartesi

"Uncontrollably Fond / Körkütük Aşk" İlk İzlenimler

İlk iki bölümü izlemişken ben de yorumumu ekleyeyim dedim.
Öncelikle diziye olan ilgim ne Woo Bin ne de Suzy. İkisini de ne severim ne sevmem. Keza ikinci roldekiler de öyle. Tek hayranı olduğum şey SENARİST. Ben bu senaristin acıyı, sevgiyi, duyguları yansıtışını seviyorum arkadaş. Dramın dibine vursa da, sürekli şu ölümcül hastalık klişesini kullansa da, mutsuz son yapsa da seviyorum... Kaç senarist duyguları bu kadar güzel hissettirebiliyor ki... Kaç senarist içimize tabii caizse öküz oturtabiliyor ki...
Karı, kışı, yağmuru, soğuğu da benim gibi çok seviyor belli. Zaten duygu yoğunluğu oluşturmak adına karlı ortamlar birebir. Şahsen ben hemen tav oluyorum öyle ortamlara.
Her izlediğim dizisinde beni derinden etkiledi, duygulandırdı senarist.
Bu dizisine gelecek olursak; daha önceki yapımlarının çizgisinin dışına çıkmamış senarist.
Hepsinden bir parça almış. Ölümcül hastalık, çocuğunun varlığından habersiz bir ebeveyn, muhtemelen aynı kıza aşık olacak abi-kardeş, haksızlığa uğrayıp ölen bir aile üyesi, birbirleri için birçok fedakarlık yapacak sürekli acı çeken bir çift... Hepsi bilindik, hepsi tanıdık ama bundan şikayetçi miyim tabii ki hayır.
Zaten senaristin "neyi" değil "nasıl" anlattığına bakıyorum ben, onun sevdiğim yanı bu.
İlk iki bölümden hemen tanıdım, hemen hissettim o özlediğim duyguyu.
İçim gitti yine, ortada henüz belli bir şey yokken bile beni çeken, etkileyen bir şeyler var. O havayı şimdiden oluşturmuş bence.

Oyunculara gelince, hiçbiri benim "iyi oyuncu" kategorime girmiyor. Fakat idare ederler işte. Woo Bin daha iyi durumda hiç kuşkusuz ama Suzy de öyle yerden yere vurulacak bir durumda değil. Az çok nasıl olacağını tahmin etmiştim, fazla bir beklentim yoktu o da beklentimin ne altında ne üstünde. Çok bağırıp çağırmaz ve sarhoş rolü yapmazsa daha iyi olacak bence. Lise yıllarındaki hali iyiydi misal. Woo Bin'in de acı dolu bakışını sevdim, onun dışında çok kaba geliyor bana hâlâ.
Dediğim gibi idare ediyorlar, seyir zevkimi bozmuyorlar yani. O yüzden çok şikayetçi olmayacağım bu konuda. Genç oyuncular arasında yetenekli olan fazla yok zaten, kötünün iyisi diyerek kabullendim bunları.

Senarist daha önceki yapımlarında yaptığı gibi konuyu erkek karakter üzerinden daha çok sunuyor bize. Onun bakış açısı, onun duyguları, onun iç sesleriyle...
Kızın hikayesini daha yüzeysel ve hızlı geçiyor. Gerek Misa, gerek A Love to Kill, gerek Nice Guy hatta Wonderful Days bile yine bu şekilde ilerliyordu. Açıkçası bi bayan olarak erkek gözünden işlenmesi hoşuma gidiyor benim de. Hele iç sesler en sevdiğim anlatım şeklidir.

Senaristin diğer yapımlarındaki gibi bu dizide de; müzikleriyle, mekan seçimiyle, durgun ve sakin havasıyla, senaryonun işlenişiyle, yaşattığı duygu yoğunluğuyla aradığım şeyi bulacakmışım gibi geliyor bana. Umarım ilerleyen bölümlerde bu düşüncemde haklı çıkarım. Zira dizi şu anda "Sadede geleceğim, az sabredin." der gibi... Ben de sabredip bekleyeceğim.

Unutmadan ekleyeyim senaristin replik seçimleri, cümleleri çok hoş oluyor gerçekten. Misa'daki unutulmaz replikler en büyük kanıtı bunun. Nice Guy çevirirken de bayılmıştım cümlelerine.
Bu dizide de bizi etkileyecek sözler kullanacaktır eminim. Nitekim iki bölüm sonundaki beni büyüleyen o karlı sahnede ilk dokunaklı replik geldi...
"Bu kızın Eul olması imkansız.
Eul olamaz.
Kesinlikle benim Eul'um değil."


The Wailing / Goksung (2016)

Malumunuz Güney Kore sinemasından sık sık sağlam yapımlar çıkıyor. Fakat bir süredir ses getiren pek filme rastlamak mümkün olmadı. En azından kendi adıma "Ode to My Father" sonrası gerçekten etkileyici bir filme rastlamadım. Fakat sonunda The Wailing ile bu zinciri kırıp bir "Vay be!" diyebildik.

Öncelikle türü sevmek lazım, yoksa film ne kadar iyi olursa olsun beğeni listenizin altında kalması kaçınılmaz olacaktır. Benim gibi gizem - gerilim türüne bayılıyor ve biraz da araya serpiştirilmiş korku ilginizi çekiyorsa sizi bu tarafa alalım. Zira film tam bizler için çekilmiş.
Daha önce "Yellow Sea" ve "The Chaser" filmleriyle büyük beğeni toplayan yönetmen ve senarist Na Hong Jin'in uzun zamandır beklenen yeni yapımı olan The Walling, izleyici yorumlarından gördüğüm kadarıyla bekleyenleri fazlasıyla memnun etmiş. Ben de o memnun kalan izleyicilerden biriyim haliyle.

Aslında filmin başları ağır bir şekilde neyin ne olduğunu anlamaya çalışmamızla ilerliyor. Buna rağmen ilgiyi hep canlı tutuyor. Sonrasında oldukça hareketleniyor ve merak unsuru iyice artıyor.
İzlerken fazlasıyla gerildiğim, ürktüğüm yerler oldu. Soluksuz kalıp şimdi ne olacak diye beklerken kurduğum tüm tahminlerde sürekli bir tereddüt yaşadım. Finalini ise tahmin ettim desem değil, etmedim desem hiç değil. Böyle ilginç bir ruh haline soktu beni işte. 

Fimin konusuna da bakalım;
Güney Kore'de sakinleri birbirini çok iyi tanıyan bir dağ kasabasında hayat her zamanki gibi devam ederken kasabaya zekâsı ve kibar tavırlarıyla dikkat çeken ancak tek başına olmaktan hoşlanan bir adam taşınır.
Kasabaya gelişinden kısa süre sonra gizemli bir hastalık yayılmaya başlar.
Kasaba sakinleri hastalığın sorumlusu olarak yabancıdan kuşkulansalar da polis yabani mantar yüzünden zehirlendiklerini düşünmektedir.
Soruşturmanın başında yer alan polis memuru Jong-goo yabancı hakkında bilgi veren Moo-myung isimli gizemli bir kadınla tanışır. Akabinde Jong-goo'nun kızı da aynı belirtilerle hastalanır. 
Umutsuzca kızını hastalıktan kurtarması için şaman Il-gwan'a emanet eden Jong- goo'nun gizemli olayı çözmekten başka çaresi kalmamıştır. (Konu alıntıdır)

Filmin süresi biraz uzun tutulmuş ama izlerken bu sizi rahatsız etmiyor. Gerek senaryosu, gerek işleniş ve kurgusu, gerekse de oyuncuları size etkileyici bir seyir zevki sunuyor. Kaçırmayın derim.

Fragman: