Öncelikle diziye olan ilgim ne Woo Bin ne de Suzy. İkisini de ne severim ne sevmem. Keza ikinci roldekiler de öyle. Tek hayranı olduğum şey SENARİST. Ben bu senaristin acıyı, sevgiyi, duyguları yansıtışını seviyorum arkadaş. Dramın dibine vursa da, sürekli şu ölümcül hastalık klişesini kullansa da, mutsuz son yapsa da seviyorum... Kaç senarist duyguları bu kadar güzel hissettirebiliyor ki... Kaç senarist içimize tabii caizse öküz oturtabiliyor ki...
Karı, kışı, yağmuru, soğuğu da benim gibi çok seviyor belli. Zaten duygu yoğunluğu oluşturmak adına karlı ortamlar birebir. Şahsen ben hemen tav oluyorum öyle ortamlara.
Her izlediğim dizisinde beni derinden etkiledi, duygulandırdı senarist.
Bu dizisine gelecek olursak; daha önceki yapımlarının çizgisinin dışına çıkmamış senarist.
Hepsinden bir parça almış. Ölümcül hastalık, çocuğunun varlığından habersiz bir ebeveyn, muhtemelen aynı kıza aşık olacak abi-kardeş, haksızlığa uğrayıp ölen bir aile üyesi, birbirleri için birçok fedakarlık yapacak sürekli acı çeken bir çift... Hepsi bilindik, hepsi tanıdık ama bundan şikayetçi miyim tabii ki hayır.
Zaten senaristin "neyi" değil "nasıl" anlattığına bakıyorum ben, onun sevdiğim yanı bu.
İlk iki bölümden hemen tanıdım, hemen hissettim o özlediğim duyguyu.
İçim gitti yine, ortada henüz belli bir şey yokken bile beni çeken, etkileyen bir şeyler var. O havayı şimdiden oluşturmuş bence.
Oyunculara gelince, hiçbiri benim "iyi oyuncu" kategorime girmiyor. Fakat idare ederler işte. Woo Bin daha iyi durumda hiç kuşkusuz ama Suzy de öyle yerden yere vurulacak bir durumda değil. Az çok nasıl olacağını tahmin etmiştim, fazla bir beklentim yoktu o da beklentimin ne altında ne üstünde. Çok bağırıp çağırmaz ve sarhoş rolü yapmazsa daha iyi olacak bence. Lise yıllarındaki hali iyiydi misal. Woo Bin'in de acı dolu bakışını sevdim, onun dışında çok kaba geliyor bana hâlâ.
Dediğim gibi idare ediyorlar, seyir zevkimi bozmuyorlar yani. O yüzden çok şikayetçi olmayacağım bu konuda. Genç oyuncular arasında yetenekli olan fazla yok zaten, kötünün iyisi diyerek kabullendim bunları.
Senarist daha önceki yapımlarında yaptığı gibi konuyu erkek karakter üzerinden daha çok sunuyor bize. Onun bakış açısı, onun duyguları, onun iç sesleriyle...
Kızın hikayesini daha yüzeysel ve hızlı geçiyor. Gerek Misa, gerek A Love to Kill, gerek Nice Guy hatta Wonderful Days bile yine bu şekilde ilerliyordu. Açıkçası bi bayan olarak erkek gözünden işlenmesi hoşuma gidiyor benim de. Hele iç sesler en sevdiğim anlatım şeklidir.
Senaristin diğer yapımlarındaki gibi bu dizide de; müzikleriyle, mekan seçimiyle, durgun ve sakin havasıyla, senaryonun işlenişiyle, yaşattığı duygu yoğunluğuyla aradığım şeyi bulacakmışım gibi geliyor bana. Umarım ilerleyen bölümlerde bu düşüncemde haklı çıkarım. Zira dizi şu anda "Sadede geleceğim, az sabredin." der gibi... Ben de sabredip bekleyeceğim.
Unutmadan ekleyeyim senaristin replik seçimleri, cümleleri çok hoş oluyor gerçekten. Misa'daki unutulmaz replikler en büyük kanıtı bunun. Nice Guy çevirirken de bayılmıştım cümlelerine.
Bu dizide de bizi etkileyecek sözler kullanacaktır eminim. Nitekim iki bölüm sonundaki beni büyüleyen o karlı sahnede ilk dokunaklı replik geldi...
"Bu kızın Eul olması imkansız.
Eul olamaz.
Kesinlikle benim Eul'um değil."
Ben daha önce bu seneristin dizisini izlemedim. Ama buna bugün başlayacağım zaten tamamlandı :)
YanıtlaSilBen daha önce bu seneristin dizisini izlemedim. Ama buna bugün başlayacağım zaten tamamlandı :)
YanıtlaSil