6 Mayıs 2014 Salı

Maundy Thursday (2006)


Ne varsa eskilerde var...
Yine uzun zaman önce indirip hep eski bir yapım olduğundan ve biraz ağır ilerlediğini duyduğum için izlemeyi erteleyip izledikten sonra ne kadar büyük bir hata yaptığımı anladığım bir filmle karşınızdayım.
Meğerse film tam da benim tarzım olan ağır ama derinden ilerleyen bir klasikmiş.
Elbette günümüz filmlerinde de çok başarılı olanlar var ancak bazı yapımların bir benzerini çekmek bile imkansız olabiliyor. Çünkü onun çekildiği zamanki şartları, yaşananları tekrar oluşturmak mümkün değil.
Buna ek olarak yapmacıklıktan uzak oyuncuların başarılı performansını başka oyuncularda görmek oldukça zor olabiliyor.Hele ki bu oyuncular o film için zaten biçilmiş kaftan ise.
Kang Dong Won, az ama öz izlediğim oyunculardan biri. Her izlediğim filmine de damgasını vurmuş durumda.
Bu kadar başarılı bulduğum bir oyuncuyu keşke daha sık yapımlarda görebilsem.

Filme gelirsek, önce konuya bakalım.
Konusu: hayata umutsuzlukla bakan iki insanı konu alıyor ve bu şekilde başlayan film, hayatının kendisinin asıl “umut” olduğunu vurgulayarak son buluyor..
Bu iki umutsuz insanın karşılaşması ise; kızımızın teyzesi sayesinde oluyor.Teyze, hapishane rahibesi olduğundan, tekrar intihara teşebbüs eden yeğenini bu umutsuz düşüncelerden uyandırmak; ölecek olan gencin eskiden kardeşinin çok sevdiği şarkıcıyı görme isteğini yerine getirmek adına, ikisini zorlada olsa bir araya getiriyor.Artık her Perşembe günü, hapishanenin görüş odasında istemeseler de bir araya gelecekler ve yüz yüze bakacaklar.Başta havada esen düşmanca duygular, yavaşça rahatsız bir ortama, oradan bir iki muhabbete, sonrasında ise hiç kimseye anlatılamayan sırların birbirlerine açıklanmasına kadar ilerliyor.
 
Oldukça sıradan gibi görünen bir konusu var. İdam mahkümü bir tutuklu ve onunla bir şekilde yolları kesişen dıştan her şeye sahip gibi görünen zengin ve güzel bir kadının her perşembe günü bir saatlik görüşme yapmasıyla aralarında gelişen olaylar...
Yavaş yavaş birbirlerini tanımaya, birbirlerine güvenmeye başlarlar. Peşinden kalplerini birbirlerine açıp sırlarını, içlerinde kopan fırtınaların nedenini anlatıp sırdaş olurlar. En sonunda da gönül bağını kurup yeniden yaşama isteği kazanır, dünyaya yeni bir pencereden bakmaya başlarlar.

Film ağır, az replikli, çoğunlukla kapalı ortamlarda geçiyor. Olaylar yalın ve sade bir şekilde sunuluyor. Tüm bunlara rağmen filmden de kopmuyorsunuz. Az ama öz repliklerle, yavaş yavaş perdesi açılan olaylarla bir şekilde merakınız canlı kalıyor hep. Adım adım acı sona ulaşacağınızın düşüncesi de bir yandan içinize büyük bir sıkıntı veriyor. İşte tüm bu unsurlar zaten filmi etkileyici kılıyor aslında. Derinden içinize işliyor, her olayı sindirip duyguları iyice hissettirmenizi sağlıyor. Yeri gelince de darbesini bir güzel indirip uzun süre sizi sarsacak kadar yaralıyor.
Birazcık da sulugözseniz ağlamamak zor biraz...
İlk fırsatta izlemenizi tavsiye ederim.



3 Mayıs 2014 Cumartesi

My Paparotti (2013)

 Bir serseriden opera sanatçısı yaratmak mümkün mü acaba?

Genelde başarı öykülerini anlatan filmler güzel olur. Hele ki bu gerçek hikayeden yola çıkılarak bize sunulduğunda etkilenmemek pek mümkün olmuyor. İşte yine böyle bir başarı öyküsünün anlatıldığı hoş bir filmdi My Paparotti.
Büyükannesiyle yaşayan baş kahramanımız onu da kaybettiğinde bu koskoca dünyada yalnız kalır. Ne yaptığını umursayan kimse yoktur. Yalnızlık canını öyle yakmıştır ki sonunda bir mafyaya girmeye bile razı olur. Çünkü orada ona yoldaş olacak, kardeşim diyeceği, birlikte kalacağı, sohbet edebileceği kişiler olacaktır.

Allah vergisi harika bir sesi olan kahramanımız şarkı söylemeyi de çok sevdiğinden bir yandan da sanat okuluna gitmeye devam eder. Tabii bir mafya üyesinin günleri çok da olaysız geçmez. Gittiği okullardan kovulur ve sonunda bir köydeki okula yolu düşer. Burada tanışacağı müzik öğretmeni onun hayatını değiştirecektir.
Kahranımız yavaş yavaş soyutlandığı  dünyaya geri dönecek, insanlarla yakınlaşmaya başlayacak ve tabii ki keşfedilen yeteneğini geliştirip dünyaca ünlü bir tenör olmak için çalışmalara başlayacaktır.
Daha önce yalnızlık ve çaresizlikten girdiği mafya batağından çıkmak da pek kolay olmayacaktır elbet.

Film tebessüm ettiriyor, güldürüyor, duygulandırıyor ve gözyaşlarınızı akıtıyor. Bu yaşlar üzüntüden olduğu kadar gururdan, mutluluktan da olabiliyor aslında. Eğer filmin içine girmişseniz siz de kahramanımızın yaşadığı duyguları yürekten paylaşıyorsunuz ki ben bayağı bir girmiş olmalıyım ki baş kahramınızın döktüğü mutluluk-burukluk-üzüntü ve biraz da gurur gözyaşlarına eş zamanlı olarak ben de eşlik ettim.
Hayatınızda ufak da olsa yaşadığınız o gururlu anlar aklanıza geliyor ve daha da içinize işliyor o duygular.

Lafın özü etkileyici bir başarı öyküsü. Filmi neredeyse bir başlarına götüren Lee Je Hoon ve beni izlediğim her yapımında kendine hayran bırakan Han Suk Kyu bu filmde de harika bir iş çıkarmışlar.
İkisi de sahnelerinin hakkını verip bana birçok duyguyu yaşattılar.


Bilgi: Film, 2009 yılında katıldığı "Starking" adlı televizyon programında ilk kez sahneye çıkan ve sesiyle dinleyenleri etkileyen Kim Ho Joong'un dinleyenleri ağlatan gerçek hayat hikayesinden yola çıkarak uyarlamıştır.

Kesinlikle izlemenizi tavsiye ediyorum.
Şimdi unutulmaz bu iki sahneyi de eklemek istiyorum ki dinlerken kulaklarınız bayram etsin.