25 Aralık 2015 Cuma

Ertuğrul 1890 / Kainan 1890 / 125 Years Memory (2015)

Biz Uzak Doğu severlerin en büyük sıkıntısı bu yapımları ülkemiz sinemalarında izleme fırsatı pek bulamamaktır malum. Haftalarca ya da aylarca bekleyip izlemek istediğimiz filmlere ancak internet üzerinden ulaşmamız mümkün oluyor. Hal böyleyken imdada Ertuğrul 1890 yetişti. Gerçi Türk-Japon ortak yapımı olduğu için tabii ki bu ileride ülkemizde daha fazla Uzak Doğu filmi izleyeceğimiz anlamına gelmiyor ama ben yine de büyük bir mutluluk duydum böyle bir yapımdan.

Uzak Doğu yapımlarını izleyenler çok iyi bilir ki çoğu filmin ana noktası duygulara yoğunlaşmak ve ders vermektir. Bu yüzden de büyük bütçeler harcamadan yaşattıkları duygu yoğunluyla ilgili övgüler alır birçok yapımları. Ertuğrul 1890 da bu formata uygun bir yapım. Çekilişinin esas amacının Japonya - Türkiye dostluğunu kuvvetlendirmek ve ülke tanıtımı olsa da bunu daha önce yaşanmış iki önemli olayı hatırlatıp vefa içeren bir yolla yapmaları da mutluluk verici elbette ki.

Öncelikle cahil nesil miyiz, vefasız nesil miyiz yoksa bunları bize anlatmayanlar, hatırlatmayanlar mı suçlu bilmiyorum ama filmde işlenen iki olay hakkında da bilgim yoktu. Daha doğrusu Japonya'ya giden ve batan Ertuğrul Fırkateyni'ni duymuştum ama kapsamlı bir bilgim yoktu. Tahran'dan tahliye edilen Japonlarla ilgili ise hiçbir şey bilmiyordum. Filmin çıkacağını duyunca bu iki olay hakkında da araştırmalar yaptım, bilgiler edindim. Sırf bu nedenle bile böyle bir filmin çekilmesini takdir ediyorum. Böyle gerçeklik payı olan yapımlar daha da artar umarım. Tabii izleyiciler olarak bu yapımlara sahip çıkmalı, çok daha iyileri için yapımcıları heveslendirmeliyiz. Mükemmel bir film olduğundan değil ama sırf  izlemeye değer bir film olduğundan, ilerisi için örnek teşkil edebileceğinden dolayı bile gişede başarı elde eden bir film olmasını istiyorum.
Gelelim tam olarak filmle ilgili görüşlerime. Kesinlikle beğendim. Zaten Uzak Doğu yapımlarına olan aşinalığım yüzünden ve fragmandan az çok nasıl bir şeyle karşılaşacağımı tahmin ediyordum. Yanılmadım da bu tahminlerimde. Her iki ülkenin de dönemsel kültürel öğeleri işlenmeye çalışılmış. Müzikleri, eğlenceleri, sembolleri, inanışları, yardımseverlikleri, fedakarlıkları... Ha bir nebze de olsa abartı yok muydu bunlarda, elbette vardı. Fakat sonuçta belgesel değil bu, film. İzleyiciyi çekecek, duygulandıracak, ilgiyi canlı tutacak unsurlar gerek.
Bir de filmin amacı dostluk ve fedakarlığı anlatmak iken birazcık mübalağa olacak elbet. Kaldı ki ben onun bile dozunda olduğunu düşünüyorum.
Yalnız bu noktada biraz daha vurucu bir işleniş bekliyordum demeliyim. Dostluk anlatacağız evet ama yaşanan olay az buz bir olay değil. Biraz daha duygusallık ve vurucu sahneler bekledim çoğu yerde. Hani gözleri dolduran, yüreği burkan sahneler... Fakat her şeye değinelim deyip bütün sahnelerden az az verince o duygu yoğunluğu tam başlayacakken başka bir sahneye geçilmiş. Akan bir hikaye yok gibi yani. Gerçi kendi adıma Japonları dublajlı izlediğim için de biraz kopukluk yaşamadım değil.
Her sinemada mı böyle yoksa sadece benim gittiğim yerde mi böyleydi bilmiyorum ama dublajsız izleme imkanınız varsa öyle izleyin derim, duyguları daha iyi alacaksınız. Japon oyuncular Türk oyunculardan çok daha başarılı çünkü. Başarılarını anlamak için de mutlaka orijinal sesleri ve tonlamaları duyulmalı bence. Dublajla yapmacıklık giriyor, tuhaf oluyor işte.
Üstelik birbirlerinin dilinden anlamayan iki halk var orada ama herkes Türkçe konuşuyor gibi bir izlenim çıkıyor ortaya. Film torrent sitelerine düşünce indirip mutlaka orijinal haliyle de izleyeceğim.
Filmde Japonları daha çok görmek isterdim ayrıca. Büyük bir kısmı Türklere ait olmuş. Bir de Tahran kısmı sarmadı beni. Zaten çok az yer verilmiş, onun da filmin sonuna geldik zaten çabuk olalım da bitsin der gibi bir hali vardı.

Bir de fragmanı izleyip görsel efektler çok iyi; tabii Yönetmen Japon, adamlar yapar düşüncesinde olan kişilerin yorumlarını gördüm çok. Öncelikle Japonlar anime dışında film ve dizi sektöründe pek de iyi sayılmazlar. Dünyada övülen kaç Japon filmi var ki? Yani bu konuda sanıldığı kadar süper bir şey beklemek doğru değil . Fakat bizden çok daha iyi oldukları kesin ve bu filmin de efektleri güzeldi bence.

Film, Türk-Japon ortak yapımı. Kültür Bakanlığımızın katkılarıyla yapılmış. Osmanlı dönemi sırasında olan bir olayı anlatmasına rağmen bir kez bile Osmanlı kelimesi geçmedi diye hatırlıyorum. Türk ve Türkiye kullanıldı. O döneme uygun, kısa bir namaz ve dua sahnesi var. Bir de cenaze için okunan bir dua.
Bunun dışında yok Osmanlı övgüsü, yok din ağırlıklı, yok Akp kokusu içeriyor gibi saçma düşünceler içeren yorumlara aldanmayın, itibar etmeyin. Zaten yönetmen de senarist de Japon. Kalkıp Japon adama bizim dinimizi anlattıracak değiliz. Sırf Cumhurbaşkanı destek verdi, Başbakan galaya katıldı diye izlemeyeceğim diyen kişiler gördüm. Yazık gerçekten...
Filmdeki tek amaç Türk ve Japon milletini övüp dostluğu pekiştirmek, yaşanmış ve arka planda unutulmaya yüz tutmuş iki olayı hatırlatmak. Haa ben Türk milleti ya da Japon milleti övgüsü izlemek istemiyorum diyorsanız orası size kalmış ama siyasi görüş nedeniyle filme yazık etmeyin derim.

Tekrar edeceğim; film kusursuz değil ama izlenmeye değer. 2 saat nasıl geçti anlamadım, sıkılmadım, izlemekten zevk aldım, az da olsa güldüm, duygulandım...
Geçen hafta gittiğim sözde süper Amerikan yapımından aldığım (aslında alamadığım) zevkin katbekat fazlasını aldım. Arada böyle şeylere ihtiyacımız var gerçekten. İnsan olmayı iyice unuttuğumuz şu günlerde 2 saati biraz olsun dostluğu, insanlığı hatırlayarak geçirmek bizlere iyi gelecektir. Tavsiye edilir...

Fragman

8 Kasım 2015 Pazar

Paradise Murdered / Ci(e)nnet Adası (2007)

Daha önce Park Hae-il'in yapımlarından birkaç tane izleyip oyunculuğunu beğenince diğer yapımlarını da takibe almaya başladım. Bunlar arasında 2007 yapımı Paradise Murdered filminin yorumlarının ve puanının fena olmadığını görünce bir şans vereyim dedim.
Film 1986'da sadece 17 kişinin yaşadığı bir adada meydana gelen sıra dışı olaylardan bahsediyor.

Filmin konusunu vereyim önce:
Peninsula'nın güney sahilinde Cennet Adası isminde 17 sakini olan bir ada vardır. Cennet Adası ismini nefes kesen dağları ve iyi huylu insanları sayesinde almıştır. Bu güzel vahaya gelenlerde dert, tasa ve stres uçup gider. Ama bir gün aniden adada birisi kaybolur, geride hiçbir iz bırakmadan. Kanlar içindeki iki ceset bulunduktan sonra ortalık iyice karışır ve herkes birer şüpheli haline gelir.
Kızgın deniz ana karaya gitmelerine mani olur ve tek iletişim aygıtları olan telsiz bozulmuştur. Adada tuzağa düşürülmüş insanlar birbirinden şüphe etmektedir ve görünmeyen bile olası bir şüphedir. Günden güne iğrenç sırlar açığa çıktıkça, cennet olan bu ada yavaş yavaş ölüm adasına dönüşür...

Film başladığında önce kim kimdir anlamaya çalışıyorsunuz. Bir doktor, bir öğretmen, adanın muhtarı diyebileceğimiz bir başkan ve geride kalan birkaç ada sakini. Adada her şey yolundadır, herkes çok mutludur. Hatta ada ülkedeki en iyi uzak ada olarak seçilmiştir ve ödül olarak adaya çuval çuval toz şeker gönderilmiştir.

Adada herkes mutlu mesut yaşarken bir sabah kalktıklarında cesetleri görürler. Bir kişi de kaybolmuştur. Katilin o olduğunu düşünüp aramaya koyulurlar ama onun da parçalanmış cesedine ulaşırlar.
Geride kalan ada sakinlerinin hepsi birbirinden şüphelenmeye başlar. Herkes büyük bir şok yaşar, farklı fikirlere kapılır, ölümler peş peşe gelir...
Sonrasında ise katili ve adadaki olaylarının nedenini öğrenmeye çalışıyoruz. Finale yaklaştıkça sır perdesi kalkıyor ve taşlar yerine oturuyor haliyle.

Gelelim benim filmle ilgili düşüncelerime. Öncelikle filmin ilk yarısında her şey çok karmaşık geldi bana. Kim kimdi, ne neydi diyordum ama sonra filme kaptırmışım kendimi. İkinci yarısına gelince ise resmen ada gerçekten bir cinnet adasına dönüyor. Olaylar çığırından çıkıyor. Gelen ölüyor giden ölüyor. Katil kim, nedeni ne, ölenler nasıl öldü, senarist ipin ucunu kaçırdı iyice olayı nasıl bağlayacak falan derken filmin sonunda buldum kendimi. Finalde ise aklımdaki tüm sorular cevap buldu.
Daha önce çok polisiye, suç, gizem tarzı yapımlar izlediğim için mi yoksa gerçekten çok mu ortadaydı her şey bilmiyorum ama birçok şeyi tahmin ettim ben, o nedenle çok şaşırmadım. Yine de resmin bütününü görmem mümkün olmadı tabii. Bu yüzden de finale kadar film merakımı diri tuttu.
Zaten filmi beğenme nedenim de bu. Heyecanını hiç kaybetmiyor, merak unsuru hep canlı kalıyor. Olayları ve nedenini iyi kötü tahmin etsek bile sonuna kadar izleme isteğimiz sürüyor.
Olay akışı, sonunun bağlanış şekli de tatmin ediyor bence. Kan ve mide bulandıran sahneler mevcut, araya korku da serpiştirmişler.
Park Hae-il'in oyunculuğu ise yine göz dolduruyor, onun için bile izlenir.
Bence türü sevenler için şans verilmesi gereken bir film. Beğendim ben, izlememe değdi. Tavsiye edilir.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Empress Ki / İmparatoriçe Ki (2013)

Tarihi dizi sever biri olarak daha yayınlandığı dönemde çok övülen, yüksek reyting alan bu diziyi uzun zamandır erteliyordum ama sonunda tavsiyelere kulak asıp izledim. Erteleme nedenlerimden biri Ha Ji Won ve Ji Chang Wook'u birçok kişinin aksine pek sevmememdi. Joo Jin Mo ise beğendiğim bir oyuncu olsa da öyle peşinden koşacak kadar da hayranı olmadığım bir oyuncu. Eee bu dizide beğendiğim oyuncu yok, Muhteşem Kraliçe'nin üzerine ikinci bir Bidam vakası daha yaşamak istemiyorum, konu akışı da az çok tahmin edeceğim türden olacak daha niye izleyeyim ki diyordum. Sonra madem övüldü, ben de tarihi dizi dedin mi dayanamam diyerek izlemeye koyuldum.
Öncelikle şunu söyleyeyim; Kore'nin uzun soluklu tarihi dizilerinin tadına daha önce bakıp da beğenmişseniz Empress Ki de sizi tatmin edecektir. Oyunculuk, kostümler, savaş sahneleri, düşmeyen temposu izleyiciyi diziye çekiyor. Birçok tarihi dizideki gibi olay akışının sadece konuşmalardan ibaret olduğu yapımlardan değil Empress Ki. Zaten öyle olmadığı için de sonuna kadar sıkmadan izlettiriyor kendini. Yani savaş yapılacaksa yapılıyor, plan kurulmuşsa uygulanıyor, tuzak kurulacaksa kuruluyor. Çoğu tarihi dizide sürekli sözü edilen ama bir türlü göremediğimiz o sahneler bu dizide bizlere gösteriliyor. Yani laf varsa icraat da oluyor. Bu da dizinin baştan sona hareketli olmasına, durağanlaşma dönemi yaşamamasına neden olmuş.
Kıyafetlere bayıldım, oyunculukları (bazı oyuncuları sevmesem de) beğendim.
Kendi adıma daha önce çok tarihi dizi izlediğimden olay akışını tahmin ettim, hatta şu bölümde şu olur diye düşündüğüm her şey oldu neredeyse. Bu nedenle olay kurgusu olarak beni etkileyen, şaşırtan bir şey olmadı. Çoğunu tahmin ettim fakat bu diziden sıkılmama neden olmadı daha önce bahsettiğim nedenlerden dolayı.

Gelelim dizinin etrafında döndüğü üç önemli karaktere. Aslında hikaye esas kızımızın nasıl Yuan İmparatoriçesi olduğunu anlattığı için iki erkeği daha çok onun yolunu açan anahtarlar olarak düşünmemiz gerekiyor. Yine de hani illa bir taraf seçeceksem benim tercihim hiç kuşkusuz ki Koryo Kralı Wang Yoo'dan yanadır.  Sonuçta dizi tam tarihi doğrular üzerinden gitmiyor, o nedenle ben karakterleri tarihe göre değil dizide yansıtılış şekline göre değerlendiriyorum. Kesinlikle sadece role hayat veren oyuncu nedeniyle bir karakterden yana taraf tutamam. Misal Ji Chang Wook'un canlandırdığı Togon karakteri tam da kendi ağzından ifade ettiği gibi bir karakter:
"Aptal, basiretsiz, korkak ve bencil biriyim."
Ben sırf yakışıklı bir oyuncu bu karakteri canlandırıyor diye böyle bir karakteri sevemem. Dizi boyunca da saçımı başımı yoldurttu bana zaten. Uzun zamandır bir dizide herhangi bir karaktere böyle sinir olduğumu hatırlamıyorum. Hani derler ya ekranın içine girip dövmek istiyorum, işte aynen öyle hissettim.
Zaten sonunda da yıktı imparatorluğu.
Dizi boyunca ergenlerden beter takıntılı aşkı, kıskançlığı uğruna yaptığı saçmalıkları ve çocuklukları izledik. Durum böyle olunca da devlet yönetimi ondan ona geçti, güç savaşları son bulmadı, kukla bir imparator olarak sonunda da öldü gitti, devleti de onunla yıkıldı.
Esas kızımız ne çekti bu herifi koruyacağım diye. Aldığı ilaç yüzünden tuhaf hayaller görüyor olsa da sonuçta bilinç altında olan şu düşünceler bence kendisi için dizideki en doğru tespitti:
"Sen beni asla öldüremezsin! Benim Nyang'ım var çünkü!
Nyang senin yanında olmasa beş kuruş etmezsin.
Sen; aptal, bir halt bilmeyen, korkak bir imparatorsun!"

Gelelim benim için çok daha sevilesi bir karakter olan Wang Yoo'ya. Diziyi Koreliler çektiği için biraz daha abartılmış, güçlü gösterilmiş bir karakter olduğuna hiç şüphem yok ama şundan da adım gibi eminim ki bu karakteri daha yakışıklı ve genç biri oynasaydı Yuan'cı tayfa Wang Yoo hayranı olacaktı.
Gerek içten ve karşılıksız sevgisi, "ben" değil "o" demesi, aşkın takıntı değil de sevdiğinin iyiliği olduğunu gösterişi, gerekse de ülkesi adına bir Kral gibi davranması bana Wang Yoo karakterini daha çok sevdirdi.
Ayrıca ben Jo Jin Mo'nun oyunculuğunu da çok beğendim. Ağlama sahneleri, dövüş sahneleri ve kral olduğunu vurgulatan sahnelerde ayrı bir beğendim kendisini.

Dizinin kilit noktası olan Nyang'a yani İmparatoriçe Ki'ye gelince, dediğim gibi Ha Ji Won çok sevmediğim bir oyuncudur ama hemen hemen her dizisini de izlemişimdir. Yapımları çok güzel oluyor, oyunculuğu da gayet iyi. Bu dizide de özellikle Zevce ve İmparatoriçe olduğu zamanlardaki güzelliği büyülüyordu gerçekten. O ciddi ve soğuk duruşuyla bu rol tam ona biçilmişti belli. Çok güzel kalktı altından. Bu rol için ondan daha iyi bir oyuncu adayı gelmiyor benim de aklıma.
Karakter olarak da kusursuzdu bence. Neredeyse hiçbir hareketine niye böyle yaptın dedirtmedi. Her davranışı mantıklı ve  kabul edilebilirdi. Tek bir aptallığı bile olmadı bence. Mesela Muhteşem Kraliçe'de Dokman'ı çok eleştirmiştim ama burada hayranlık duyulacak bir karakter oluşturmuşlar. Tabii bunda gerçek hayata yakınlık kısmı tartışılabilir ama sonuçta dizi izliyoruz burada.

Diğer karakterlerden de bir tek Tal Tal'ı beğendim. Ötekilerin hiçbirinde iş yoktu desem yeridir. El Temur karakterini de harcadılar bence. Adam öldükten sonra imparatorluğu çökerttiler resmen. Bir de Yeom Byung Soo karakteri var. Her delikten biten, bir o yana bir buna zıplayan, sürekli kötülük yapan ama onca kişi ölürken hep bir şekilde hayatta kalmayı başaran gıcık karakter. Fazla abartmışlardı onun bu dokuz canlılığını bence.

Çok mu beğendim diziyi, hayır. Bende Muhteşem Kraliçe daha büyük etki bırakmıştı hem duygusal olarak hem de tarihi olarak.
Fakat her şeye rağmen 51 bölümü de izlenebilir, tarihi dizi severlere önerebileceğim başarılı bir dizi.
Dizinin müzikleri de çok güzeldi, zaten bazılarını diziyi izlemeden önce de duyup beğendiğimden dinlemiştim defalarca. Çok sevdiğim 4MEN'in seslendirdiği Thorn Love hiç kuşkusuz ki en güzeliydi. Fragman niyetine de onun videosunu ekleyip yazıma son vereyim. İzleyecek olanlara iyi seyirler dilerim.


4 Ekim 2015 Pazar

Plan Man (2014)

Son zamanlarda eskisi kadar film izlemesem de ara ara film keyfi de yapayım diyorum tabii.
Fakat o kadar film izleyince güzel film bulmak da zorlaşıyor haliyle. İzlediğim çoğu film, "eh işte" dedirtse de sonunda hakkında iki çift laf etmek isteyeceğim bir filme denk geldim.
Yeppudaa Çeviri Çetesi olarak çevirmeye karar verdiğimiz Plan Man'den bahsediyorum.

Plan Man'imiz obsesif kompulsif bozukluğu olan, her şeyi kurduğu alarmlar çerçevesinde yapan, planlı, temizlik hastası biri. Asla alarmsız, plansız bir iş yapmaz, pis şeylere dokunmaz. İşine asla geç kalmaz, markete gidiş saatinin bile kurulmuş bir alarmı vardır.
Bu Planlı Adamın hayatını kendinden çok farklı karakterdeki bir kız değiştirmeye başlıyor.
Biz de zevkle ve kahkahalarla izliyoruz bu değişimi. Tabii ki ilerleyen dakikalarda bu zaman ve temizlik takıntısının nereden geldiğini de görüyoruz.
Benim için iyi film demek içinde her duyguyu barındırıp izleyiciye bunu aktarmayı, hissettirmeyi başaran film demektir. Plan Man de o filmlerden biri. Bir saniye bile sıkmadı, güldürdü, eğlendirdi, kahkaha attırdı, hüzünlendirdi, yürek burktu ve ağlattı...
Ee bir filmden daha ne bekleriz ki zaten. Konusu da bilindik gibi görünse de etkili bir noktaya parmak basmıştı.
Hani her şeyin fazlası zarar kavramı var ya, bu filmde onun zeka için de geçerli olduğunu gösterdiler.
Dahi bir çocuğun sıradan bir hayalinin olması inanılır bir şey mi? Geleceğin bilim adamı olman bekleniyorken sen kuru temizlemeci olma hayalini kuruyorsan maalesef başına gelecek var demektir... Malum insanlarımız asla beklenenin altında bir isteğe, performansa "mantıklı" gözüyle bakmaz. Güzelsen yakışıklı biriyle, zenginsen zengin biriyle birlikte olmalısın. Dahiysen en iyi meselği seçmelisin, önünde fırsat varsa istemesen de en iyisini seçmelisin.
İşte bu düşünceler eşiğinde tercihlerine müdahale edilmeye çalışılan bir çocuğun hayatının nasıl bir yön aldığını izleliyoruz filmde aslında.

Oyunculara gelince, ben Han Ji Min'i pek sevmem. Bu filmde de düşüncemi değiştirmedi ama en azından rahatsız da etmedi pek. Yalnız şarkıları güzel söyledi, hakkını vereyim.
Gelin görün ki onun aksine çok sevdiğim ve beğendiğim Jung Jae Young yine kendine hayran bıraktı beni. Çok başarılıydı gerçekten. Sırf onun için bile izlenir film.

Filmde geçen şarkılara da değinmem gerek. Gerçekten bayıldım. :) Çok eğlenceli ve sahiden de "gerçek hayat tecrübelerinden" esinlenmiş şarkılardı.

Tamam belki yerden göğe sığdıramayacağım filmlerden değil ama yine de o güzel film kategorisine giriyor bence. Ailecek izleyebileceğiniz, hoş vakit geçirebileceğiniz, oldukça eğlenceli ve güzel bir film. Üstelik eğlenceyle hüznü de harmanlayıp sunuyor size. Vaktiniz olduğunda bir şans verin derim.

Fragman:

29 Eylül 2015 Salı

Oh My Ghost (2015)

Uzakdoğu'da olan hayalet korkusu az çok hepimizce biliniyor. Bu nedenle olacak ki ara ara bu korkuyu yenmek adına hayaletli yapımlara da başvuruyor Kore dizi/film sektörü. En son aklımda kalan en eğlenceli hayaletli dizi "Master's Sun"da oldukça eğlenmiş, hayaletlere karşı sempati kazanmıştık. Hele hele hayalet lafını duyunca bile korkudan titreyen Koreliler için dönüm noktalarından biri bu dizi olsa gerek.

Yine tahmin etmesi çok güç olmayan bir konuyla hayalet temasını işleyen bir dizi çıktı karşımıza. Fakat bu kez tvN farkıyla. Daha önce Reply 1994, Miseang gibi beklenmedik ama hak edilmiş yüksek reytingler alan dizileri sayesinde oldukça ses getiren tvN kanalı, bu kez de farkını ortaya koyduğu bu diziyle karşımıza çıktı. Oh My Ghost da reytingleri yüksek ve gerek Kore'de gerek ülkemizde oldukça ilgi gören yapımlardan bir tanesi olmayı başardı.
Öncelikle dizinin diğer bilindik kanallardan farklı olarak tam da tvN tarzıyla oldukça doğal, içten, samimi, reyting kaygısını fazla taşımayan ve çekincelerden uzak bir yapım olduğunu söyleyeyim. Sırf bu yüzden bile izlenebilir dizi. Tamam konu bilindik ama işleniş ilgi çekici. Gerçek hayattan gibi. Yani gerçekten bir insanın içine hayalet girmiş, onu ele geçirmiş gibi bir durumu size hissettirebiliyor dizi.

Diziyi öyle çok övecek değilim. Biraz sıradan ve bilindik. Fakat yine de kendini izlettiren, sevdiren, merak ettiren bir cazibesi var. Öyle çok komik desem değil, aşırı duygusal desem değil, aşırı heyecanlı desem de değil ama bir büyüsü olduğu kesin.
Dizide biraz Pasta'dan biraz da Master's Sun'dan esinlenmişler düşüncesi hakim birçok kişide. Ben de katılıyorum buna. Çok tanıdık gelen yerleri vardı. Yine de kendine has üslubu izleyiciyi çekiyor. Oyuncular karakterlerine bürünmüş, mimikleri, halleri hareketleri tam oturmuş. Tabii esas diziyi çekici kılan içine hayalet kaçan halleriyle Park Bo Young ve havalı şefimizi canlandıran Jo Jung Suk. Bu ikili gerçekten harikaydı. Birçok kişiye diziyi sevdiren de ikisiydi eminim. Hele hele tam içimizi baydın sen dediğimiz zamanda içine hayalet girince 180 derece kişilik değiştiren ve bunu bize çok güzel yansıtan Park Bo Young'u bir tebrik etmek istiyorum. Elbette her genç kızın hayali olan yakışıklı, düşünceli, havalı Şefimize de bir alkış isteyeceğim. Jo Jung Suk zaten The King 2 Hearts dizisinde esas oğlanı bile geçip kendisine hayran bırakmıştı beni. O zamandan beri takibimde. İleride daha başka yapımlarda da göreceğiz kendisini eminim.

Kısacası izlenebilir diziler arasına koydum ben bu diziyi. Ben eğlenerek ve beğenerek izledim. Sadece şaman kadının sahnelerinde biraz sıkıldım, bir de şu mutfaktaki çalışanların sahnelerini bazen aşırı abartılmış buldum ama o kadar da olur. Vaktiniz varsa izleyin. En azından içine hayalet girince bambaşka bir kişiliğe bürünen esas kızımızın o hallerini görmüş olursunuz.

11 Ağustos 2015 Salı

Mask / Maske (2015)

Soo Ae'ye teklif gittiğini duyduğum andan beri deli gibi takip ettiğim Mask, gözümü açıp kapayıncaya dek yayınlanıp finalini yaptı. Peki değdi mi onca beklemeye derseniz de kendi adıma değdiğini söyleyebilirim.
İlk kez Denizler İmparatoru'nda izleyip hemcinsim olmasına rağmen tabiri caizse aşık olduğum Soo Ae'nin; senaryosu Secret'ın senaristinin elinden çıkacak bir dizide rol alacağını duyduğumda ister istemez büyük beklentilere girmiştim zaten. Beklentim de yüzde yüz olmasa da karşılandı. Tabii itiraf da etmem gerekir ki biraz daha iddialı bir yapım bekliyordum.
Dizide olaylardan çok karakterlere yoğunlaşılmış, soğuk savaş ortamı oluşturulmuş gibiydi. Bu nedenle olacak ki oyuncu kadrosu da tam rollere biçilmiş kaftan olarak seçilmiş. İlk birkaç bölüm oldukça hızlı ve hareketli bir giriş yapan dizi, daha sonra dediğim gibi soğuk savaş dönemine giriyor. Duygular ön plana çıkıyor ve psikolojik savaş başlıyor.
Birçok kişi gibi ben de esas oğlan rolünü canlandıran Joo Ji Hoon'dan ziyade kötü enişte rolündeki Yeon Jeong Hun'u daha çok beğendim. Zaten senarist de onu daha fazla ön planda tutmuş gibiydi. Joo Ji Hoon'un hayat verdiği Min Woo karakterinden hep bir atak bekledim ama pek istediğim gibi etkili bir duruş sergilemedi, dizi boyunca pasifti. Kötü rol kategorisine sokabileceğimiz Seok Hoon ve Mi Yeon çifti esas çiftimize göre daha baskın bir ikili olmuştu dizide.
Buna rağmen dizinin Soo Ae'yi ön planda tutma çabası da gözümden kaçmadı. Belli ki senaryo, tıpkı Soo Ae'nin bir önceki dizisi olan Yawang'da olduğu gibi, onun için yazılmış. Güzelliğiyle büyüledi, karakteriyle kendini sevdirdi, güzel giyimiyle bizi mest etti dizi boyunca.
Güncel takip ettim diziyi, her haftayı merakla bekledim, son iki bölüm hariç de hiç sıkılmadım izlerken. Buna rağmen biraz daha olaylar üzerine eğilmelerini isterdim. Seok Hoon'un aileye olan öfkesine, Min Woo'nun kendini bulup o pasiflikten çıkmasına ve Ji Seok'un yerine geçtiği Eun Ha karakterinin ailesine biraz daha değinilmeliydi bence. Son bölüme kadar da onca olay olmuşken hiç kimsenin zor durumda kalmaması, polis tarafından sıkıştırılmamaları, savcıların soruşturma başlatıp aniden durdurmaları için bir sözün yeterli olması, eniştenin istediği kişinin hapise girip çıkmasını bu kadar rahat sağlaması ve başkan olan babanın tüm bunlar yaşanırken hiçbir etkinliğinin olmaması dizide birçok konuda kolaya kaçıldığını gösteriyor.
Bu nedenle de daha çok yansıltılmak istenen karakterlerin ruh halleri, duyguları, nefretleri ya da sevgileri olsa da o samimiyeti hissedemiyorsunuz. Kopukluklar oluyor. Her şey bir anda olup bitiyor, sorunsuzca herkes her şeye devam ediyor. Finali ise çok oldu bittiye gelmiş, tam tatmin edici olmamış diyebilirim.
Sonuç olarak; doya doya Soo Ae izledim. Tüm eksiklerine rağmen izlenebilir bir diziydi. Zaten Kore'deki reytinglere bakarsak Kore halkı da benim gibi düşünüp severek izlemiş diziyi. Vaktiniz olduğunda izleyin. Güncel dizilerden en izlenebilir olanı bu diziydi zaten. Umarım Soo Ae fazla bekletmeden tez zamanda çok daha iyi bir yeni diziyle geri döner.

9 Ağustos 2015 Pazar

The Case of Itaewon Homicide / Itaewon Cinayeti (2009)

Daha önce defalarca Kore'nin gerçek olaylardan uyarlama suç türündeki yapımlarından uzak duracağım demiş olsam da sütten ağzımın yanmasına doyamamış olacağım ki bu düşüncemi bir kenara itip yeniden böyle bir yapıma daldım. Neyse ki bu kez hazırlıklıydım. Günümüzdeki adalet sisteminin bile öylesine saçma açıkları varken bu film fazla dağlamadı yüreğimi. Elbette ki bu lafım bile üzücü. Böyle bir durum var ortada ama maalesef o kadar alışılmış geldi ki duyarsızlaşmışım artık. Belki de üzerinde derin derin düşününce insanı çıldırtacak bir olayı neredeyse "normal" kabul ettirecek bir dünyada yaşıyoruz.

Film; iki Amerika vatandaşı Koreli şımarık gencin, eğlence uğruna gözlerine kestirdikleri masum bir genci hiç acımadan, vahşice bıçaklayarak öldürmeleriyle başlayan "katil hangisi" sorgulaması üzerine kurulu.
Bir hamburgercinin küçük tuvaletinde gerçekleşen olayda katilin bu ikisinden biri olduğuna hiç şüphe yoktur. Fakat esas sorun, ikisi de suçu birbirine atarken gerçek katilin hangisi olduğuna karar vermenin çok zor olmasıdır. Günümüzde elbette bu davayı aydınlatmak daha kolay olabilir ama filmde anlatılan olay 1997 yılında gerçekleşmiş.

Gerçi günümüzde bile ne olaylar ne suçlar gözler önünde işlenmiş, tüm deliller ortaya çıkmışken suçlu ya da suçluların gücü ve parası var diye kapatılıyor. Herkes her şeyi bilirken üç maymun oynayan onlarca sözde adalet görevlisi var. Devleti soyanlar, banka hortumlayanlar, devlet içinde devlet kuranlar, futbolda şike yapanlar, terör örgütüne yardım eden yasal görünümlü partiler falan filan... Başta bizim ülkemiz dolu bunlarla. Hepsinin ortak noktası; yasaların açıklarıyla, basın gücüyle, para ve nüfuslarıyla her yere uzanan elleri sayesinde işledikleri suçların cezasız kalması.
Her şeye rağmen adalete olan güvenimizi korumalıyız elbette ama yasaların herkese aynı işlemediği de ortada.

Olayın bu kısmını geçip filmin işlenişine ve oyunculuklara geleyim. Öncelikle film öyle ahım şahım değil ama izlerken de sıkmıyor. Merakı diri tutuyor. Oyunculuklar rahatsız etmiyor. Sadece bu konuyu biraz daha vurucu işleyeceklerini düşünmüştüm. Fakat fazla duygulara inmeden, yüzeysel ve tarafsız işlenip kararı izleyiciye bırakmak istemişler.

Sonuç olarak vakit ayrılabilecek, birçok filme göre izlenebilirliği yüksek ama çok da büyük beklentiler içinde izlenilmemesi gereken bir film. Vaktiniz varsa ve bu türü seviyorsanız tavsiye edilir.
Fragman

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Orange Marmalade (2015)

Genelde lise ve gençlik dizilerinden uzak duruyorum. Bunun en büyük nedeni ise yetersiz oyunculuk ve konunun çok bilindik, çocukca ve sığ olması. Buna rağmen resmen elimizde büyüdü diyebileceğim, oyunculuğunu da kendisini de çok beğendiğim Yeo Jin Goo'nun hatırına ilk bölümlerinde oldukça övüldüğünü gördüğüm, bölüm sayısı da az olan Orange Marmalade'e bir şans verme kararı aldım. Geçmişte vampir konulu bir dizi izlememiş olmanın verdiği merak da bu kararıma etki etti.

Aslında dizi, daha önce bir şekilde benzerlerini izlediğimiz ya da okuduğumuz bir konu üzerine kurulu. İnsan gibi davranıp insanların içinde kimliğini saklayarak yaşayan bir vampir kızın, insan bir oğlanla birbirlerine aşık olmasını konu ediniyor. Vampirler adına önceden bildiklerimizin dışında hikayenin gidişatında çok da farklı bir şey ortaya çıkmıyor. Oğlan vampirlerden nefret ediyor, farkında olmadan bir vampire aşık oluyor sonra da klasik gerçekle yüzleşme dönemleri, aşk acıları falan filan.

Yeo Jin Goo beni yanıltmadı ve yine her zamanki gibi içten ve başarılı bir oyunculuk sergiledi dizide. Hatta bence en iyi performansı bu dizide oldu. Artık başrolleri almaya da başladığına göre çok yakında daha kaliteli yapımlarda karşımıza çıkıp bizi mest edeceğine hiç şüphem yok.
Başrol kızımıza gelince ise kendisini daha önceden hiç tanımıyorum. Sanırım Kpop kız gruplarından birinin üyesi. İlk ciddi oyunculuk deneyimi de bu dizide anladığımın kadarıyla. Genelde boş boş durup etrafa bakmaktan başka bir şey yapmadığı için olsa gerek fazla rahatsız etmedi beni ama dudakları hiç kapanmıyor mu bu kızın demekten de kendimi alamadım. Dizi boyunca bir dudağı diğer dudağına değmedi resmen. Estetikten midir bilemedim tabii. Fakat çok gözüme battı bu durum. Sırf bu yüzden keşke başka biri oynasaydı dedim.

Duyduğum kadarıyla bir mangadan uyarlamaymış dizi. Mangası da böyle miydi bilmiyorum ama 2 sezon gibi bölünüp bir kesimde tarihi dönemlere gitmeleri de ayrı bir hava vermiş diziye. Tarihi dizileri seven biri olarak o kısımlarda da eğlenmedim değil. Fakat olayı günümüze bağlama şekilleri, reerkarnasyona değinmeleri de bir tuhaf geldi bana. Hani çok zorlama olmuş gibiydi. Yine de canıma minnet dedim, günümüz kısımlarından daha çok hoşuma gitti o bölümler.

Tüm bunları ele aldığımızda diziyi çok övemeyeceğim ama yine de kendini bir şekilde izlettiriyor. Hani tam çerezlik, kafa boşaltmalık, pembe hayaller kurdurtan cinsten bir dizi olmuş. Kafam yorulmasın, tüm insanların stresten kafayı yeme moduna geçtiği hayattan uzaklaşıp hayali bir dünyaya uçayım derseniz buyurun izleyin. Hiç değilse insanları ırkı, rengi, dini, dili farklı diye dışlamamamız gerektiğini hatırlatıyor dizi bize. Birkaç gün geçince ne izlediğinizi unutursun belki ama en azından anlık güzel vakit geçirebilirsiniz.
Fragman 

24 Temmuz 2015 Cuma

Ode To My Father / Gukje Market / Babama Kaside (2014)

"O zamanlar, cesurca yaşayan bizlerin hikâyesi."
Genelde filmlerde anne ve kızları üzerinden gidip bizi can damarımızdan vururlar. Bu filmde ise baba ve oğlu üzerinden harika bir konu işlemişler. Güldüren, duygulandıran, yürek parçalayan, ağlatan bir film...
Ailelerin sessiz kahramanları babalar, farkında olmadığımız ama bizim için yaptıkları fedakarlıklar, vazgeçtikleri hayatları hayalleri...

14,251,777 kişiyle Güney Kore'de bugüne kadar en çok izlenen ikici film olan bu yapımın içinde her şey var aslında. 1950'de başlayan Kore savaşında Çinlilerden kaçarken babasını ve kızkardeşini kaybetmiş küçücük bir çocuğun, babasına verdiği sözü tutup ailenin reisi olmasını konu edinmiş duygu yoğunluğu had safhada olan bir film. Savaşın acı yüzünü, yoksulluğu, çaresizliği, dönemin getirdiği zorlukları gözler önüne seriyor. Hele hele şu günlerde dozu iyice artan Orta Doğu'da yaşanan ve ülkemizi de etkileyen savaş-terör olayları nedeniyle daha da bir etki bıraktı bu film bende. Şehitler verdiğimiz, içimizin parçalandığı terör saldırılarının olduğu, savaşın ortasında kalıp göç etmek zorunda kalan fakir ve biçare insanların kaçarak ülkemize sığındığı, tüm bunlara rağmen elimizden bir şeyin gelmediği, sadece yüreğimizin paramparça olduğu bu dönemde yaramıza tuz biber olacak olsa da filmi ilk fırsatta izlemenizi tavsiye ederim.

Film başladığı anda izleyeni içine alıyor, hızlı ama kopukluk hissi yaşatmadan her şeyi dozunda verip daldan dala atlayarak ilerliyor ve yaklaşık 60 yıllık bir zaman diliminden kesitler sunuyor bize. Kore Savaşı, Almanya'ya maden işçisi olarak gitme, Vietnam Savaşı... Bir saniyesinde bile sıkılmadım filmin. Hem güldüm hem de gözyaşlarım sel olup aktı izlerken.
Ve beni can evimden vuran o sözler:
"Düşünüyorum da; bu çetrefilli dönemde çocuklarımızın değil de bizim doğduğumuzu bilmek, bütün bu sıkıntıları bizim yaşadığımızı bilmek, insanın içini rahatlatmıyor mu?
Keşke bunların hiçbiri yaşanmamış olsaydı. Yine de bu zorlukları çocuklarımızın değil de ikimizin çekmesine minnettarım."

Aynılarını yaşamamamız için bu filmdeki gibi onca acıyı yaşayıp katlanan atalarımız, bize bu umarsız hayatımız için haklarını helal ederler mi ki acaba? Ya da biz, yarın kendi evlatlarımız böyle acılar çekmesin diye ne yapıyoruz? Bu filmi izledikten sonra oturup düşünmemiz gereken yüzlerce şey olduğunu tekrar görüyoruz.
Film için kelimelerim kifayetsiz kalıyor. Tek söyleyebileceğim,  vakit kaybetmeyin izleyin. Dram kaldıramam, ağır gelir, sıkılırım diyorsanız bile izleyin. İzlerken ağlamaktan kendinizden geçseniz, moralmen çökseniz ya da beğenmeyip sıkıntıdan patlasanız bile izleyin. Mutlaka izleyin. Sonuna kadar izleyin. Çünkü izlenmeyi son saniyesine kadar hak eden bir film. Ben bittiğinde keşke bitmese, devam etse dedim ama her şeyiyle dozunda olan film süre olarak da en ideal uzunluktaydı.

Son olarak şunu da ekleyeyeyim; arada gerçek görüntülerin verilmesi, yaşanmış acıları hissetmemiz adına çok etkili oldu. En iyi oyuncu bile gerçekte yüze yansıyan acıyı tam olarak veremez. O nedenle özellikle birbirini kaybetmiş aile üyelerinin verilen televizyon görüntüleri çok fena dağladı yüreğimi.
                                                         Fragman