30 Mart 2015 Pazartesi

Hear Me / Duy Beni (2009)

Aşk ve hayaller mucizevidir.
Onların duymaya, sözcüklere ya da tercümeye ihtiyaçları yoktur.
Film seçip indirmeye neye göre karar verdiğimi pek bilmiyorum aslında. Bakıyorum ki elimde izleyecek film kalmamış, geçiyorum pc başına o film sayfası benim, bu film sayfası senin daldan dala atlayıp indirme programımı pc'nin hafızasının elverdiği kadarıyla seçtiğim filmlerle dolduruyorum. Kiminin oyuncusu, kiminin konusu, kiminin senaristi, kiminin afişi, kiminin de aldığı olumlu yorumlara vuruluyorum. Aklıma açıp bir film izleyeyim düşüncesi düşünce niye indirdiğimi bile hatırlamadığım o onlarca filmden bir tanesini rast gele seçiyorum.
Bu seferki film torbamdan piyango "Hear Me" adlı Tayvan dizisine vurdu ki iyi ki de öyle olmuş. Gece gece çok iyi gitti bu film.
İşitme engeli üzerine kurulu bir film olmasından dolayı açıkçası kendimi aşırı derecede duygusal bir filme hazırlamıştım, genelde böyle konular işlenirken biraz daha acıtasyona kaçılıyor. Fakat Hear Me bu yolu tercih etmeyen bir yapım. Belki de kalbimde hoş bir tat bırakmasının sebebi de budur. İzlerken duygulandım, yüreğim cız etti, hatta gözlerim dolu dolu oldu ve istem dışı birkaç damla yaş süzüldü yanağıma ama bunun nedeni acımam, aşırı derecede üzülmem ya da yüreğimin parça parça olması değildi. Filmde aktarılmak istenen duygunun en etkili biçimde sunulup insana bunun yürekten hissettirilmesi ve "A, evet! Engelliler de hayatlarını gayet iyi sürdürebilir. Yeter ki onlara gölge etmeyelim başka ihsan istemez." dedirterek bize farkındalık kazandırılmasıydı bunun temel nedeni.
Filmde iki kız kardeşin birbirlerine olan sevgisi, bağlılığı ve fedakarlığı işlenirken bir yandan da saf ve masum bir aşk sunuluyor bize. Kardeşi olanların daha derinden hissedeceğine inandığım kelimelerle ifade edilemeyecek o içten gelen beklentisiz sevgiyi çok iyi yansıtmış film. Yürekten "Senin hayalin, benim hayalim." diyebilmek en açık örneği sanırım bunun.
Film insanlara yaşama arzusu veriyor. Hayallerimizin peşinden koşmayı, asla vazgeçmemeyi öğütlüyor. Başkası için fedakarlık yap ama kendini asla unutma diye de herkesin kulağına küpe etmesi gereken altın bir nasihat veriyor. Bununla beraber sağlıklı olmanın bizim için ne büyük bir lütuf olduğunu da fark etmemizi istiyor.
Filmde abartıya kaçmadan işlenen çok hoş da bir aşk hikayesi var. Yine herkesin imreneceği bir aşk bu. Çiftimiz birbirini eksikleriyle, olduğu gibi kabullenip seviyor. Sevdiği kişiyi sadece "o" olduğu için seviyorlar.
Oyuncuların samimiyeti, doğallığı, içtenliği ve uyumu gerçekten görülmeye değer. Pek Tayvan yapımı izlemediğimden oyuncularını tanımıyorum ama Eddie Peng ve Ivy Chen ikilisine bayıldım bu filmde. Abla rolündeki Michelle Chen de oldukça etkileyiciydi.
Filmde yer alan bir sokak vardı, gerçekten bayıldım oraya. İnsanların gidip sanat yaptıkları çok hoş bir yerdi. Yaşadığım yerde olsa her fırsatta kendimi oraya atar, sergilenen gösterileri izlerdim herhalde. Büyülendim gerçekten. Yürüyecek kaldırım bulamıyorken bu isteğim çok mu fazla bilmiyorum ama umarım bir gün öyle sokaklarımız olur.
Filmin müzikleri de çok hoştu ayrıca. Dinlerken zevk aldım.
Huzur veren, iç ısıtan, hem duygusal hem eğlenceli, hem romantik hem de sevgi dolu bu filmle hoş dakikalar geçireceğinize inanıyorum. Şiddetle tavsiye ettiklerimden, kaçırmayın derim. :)

27 Mart 2015 Cuma

Going by the Book / Kitabına Göre (2007)

Konuya, oyunculara, oyunculuklara değinmeye gerek bile yok aslında. Film boyunca kahkaha attım ya bu filme bayılmam için fazlasıyla yeterli bir sebep. Evet acayip eğlendim, bol bol güldüm bu filmde. Tabii konuya, oyunculara değinmeye bile gerek yok dedim diye bu onların kötü olduğu anlamına gelmiyor. Filmi böylesine eğlendirici ve başarılı kılan en büyük etken bunlar elbette.
Önce konuya bir bakalım:
Sam-po şehrine yatırımlar yapılacağı söylentisi bölge nüfusunun ve arazi fiyatlarının artmasına sebep olmuştur. Zenginleşen halkın mevduatlarını toplamak için bir çok banka Sam-po şehrine şube açar. Bankalardaki mevduatın çokluğu sebebiyle bölge hırsızların da ilgi odağı haline gelmiştir ve sıklıkla soygun vakaları görülmektedir.
Yaşanan karmaşayı önlemek için şehre yeni bir Emniyet Müdürü (Byung-ho Son) görevlendirilir. Emniyet Müdürü ilk olarak halkın emniyet güçlerine olan güvenini yeniden sağlamak için kurmaca bir soygun planı yapar. Yapılacak olan soygun tatbikatındaki bütün aktörler polislerden oluşmaktadır. Amaç olası muhtemel bir soygunda polisin olaya hemen müdahale ettiğini halka göstermek ve güven sağlamaktır.
Soygunda kendisine hırsız rolü çıkan Do-man (Jae-yeong Jeong) oyunu "kitabına göre" oynayınca olaylar içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.
Konudan da anlaşılacağı gibi düzmece bir banka soygununun çığrından çıkmasıyla şekil alan ve izleyiciyi kahkahalara boğan olaylar zincirini izliyoruz. Her anında ayrı eğlendiğimiz, olayların gidişatını pek kestiremediğimiz, kurgusal olarak oldukça başarılı olan filmde polis teşkilatına ve adalet sistemine inceden inceye göndermeler de yapılmakta. Yani aslında film tam bir kara mizah.
Soygunu yapmakla görevli polis memuru görevine candan bağlı ve verilen emri sonuna kadar hakkıyla yerine getirebilmek için elinden geleni yapan biridir. Öyle ki yaptığı soygun düzmece bile olsa gerçek bir hırsız hüviyetine bürünür, bir suçlunun psikolojisine sahip olur ve tatbikat olan soygunu gerçek soygun ciddiyetine dönüştürür. Bu da görevini hafife alan polis teşkilatının durumu fark etmesiyle soğuk terler dökmesine neden olur. Bu durumu en güzel açıklayan şey ise filmin en trajikomik repliği olan Emniyet Müdürü'nün bankayı soyması için görevlendirdiği o polise verdiği emir sırasındaki kendinden emin şu sözleri olsa gerek:
Tam ailecek ya da arkadaşlarla birlikte izlenip eğlenilecek cinsten bir film bu. Keyfiniz yerindeyken bir de film izleyelim de iyice keyfimiz yerine gelsin derseniz ilk sıranıza bu filmi almanızı tavsiye ederim. Şahsen ben kardeşimle izledim ve ikimiz de çok beğendik. İzlememizin ertesi gününde bile birbirimizle filmde geçen repliklerle şakalaşıp durduk.
Benim izlemekte geç kaldığım filmlerden biri olduğu kesin, siz de izlemediyseniz geç kalmayın daha fazla.
Fragman:

13 Mart 2015 Cuma

Kill Me, Heal Me (2015)

 
Bu seferki yazı, başladığı ilk bölümden son bölüme kadar beni kendine hayran bırakan, Reply 1994 ve Misaeng'den sonra bitmesin diye dövündüğüm, bitince kendimi çok büyük bir boşlukta hissettiğim, her bölümüne ayrı bayıldığım dizi Kill Me, Heal Me hakkında olacak. Hani insan çok sevdiği bir şeyi kelimelerle ifade etmekte zorlanır ya şu an tam da o durumdayım. Ne desem de duygularımı, dizi hakkındaki düşüncelerimi daha iyi yansıtabilirim pek emin değilim ama yine de izlemeyi düşünenlere biraz yol göstermeye çalışacağım.
Kore'de "It's Okay, That's Love" ile beraber başlayan psikolojik konulu dizi akımına dahil olan dizilerden birisi olan Kill Me, Heal Me'nin başrollerine seçilen Hwang Jung Eum ve Ji Sung çiftini çok beğenerek izlediğimiz Secret Love'da yakaladıkları harika uyumla tanıyoruz zaten. Son zamanlarda Kore yapımlarında başrol oyuncular seçilirken eski yapımlarında başarı ve beğeni toplayan çiftleri tekrar yeni bir yapımda oynatma modası bu dizide de kullanılmış ki bu çift bizi fazlasıyla memnun bıraktı bu uygulamadan.
Dizinin oyuncuları kadar senaryosu da çok başarılı. Daha önce "The Moon that Embracing the Sun" dizisiyle Kore'de büyük bir başarı yakalayan senarist bence bu dizide daha da başarılı olmuş. Dizinin ilk sahnesinden son sahnesine kadar her şeyi planlamış ve işlediği çoklu kişilik bozukluğu konusuna iyi çalışmış. Dizideki olaylar oldukça iç içe girmiş ve karmaşık görünse de olayların birbiriyle bağlanışı ve işlenişi o kadar akıcı, detaylı ve akılda soru işareti bırakmayacak şekilde ilerledi ki dizi bittiğinde senaristi ayakta alkışlama isteği duydum.

Oyunculara detaylı olarak dönecek olursak hiç şüphesiz ki ilk, 7 farklı kişiliği olan esas oğlanımızı canlandıran Ji Sung'dan bahsetmem gerekir. Evet, 7 farklı karakter izletti bize. Hem de öyle başarılı bir şekilde yaptı ki bunu, gerçekten farklı oyuncular oynuyor hissine kapılıyorsunuz izlerken. Dizi boyunca rolden role, şekilden şekile bürünüp bizi kendine ve oyunculuğuna hayran bıraktı. Esas kızımızı çok seviyor olsam da bu dizinin yıldızı hiç kuşkusuz Ji Sung'dur.

Kişiliklere de bir göz atalım. Esas kişilik olan Cha Do Hyun aklı başında, başarılı, parmakla gösterilen örnek bir kişidir. Beklemediği anda ortaya çıkan kişiliklerinin çıkardığı sorunları gidermek için oldukça efor sarfetmektedir.
Shin Se Gi ise tam bu karaktere zıt bir kişilik olan, tabiri caizse "asi çocuk" diyebileceğimiz, bir bakışıyla tüm kızların kalbini eriten haşin bakışlı serseri kişiliktir. Biz izleyiciler bile Do Hyun mu Se Gi mi diye birbirimize düşüp bir dizide iki oğlan için değil de esas oğlan için taraf tuttuk resmen.
Tabii ben her iki karakteri de çok seviyordum ama Se Gi'nin cazibesini inkar etmem mümkün değil. Dizide azıcık daha görmeyi isterdim onu.
Karakterlerden bir diğeri Ferry Park. Eğlenceli karakteriyle, tuhaf şivesi ve dansıyla çok içten, doğal ve samimi bulduğumuz bir kişilik. Diziye ayrı bir renk getirdi ve ortaya çıktığında yüzümü mutlaka güldürdü.
Gelelim her çıktığında gülmekten beni kırıp geçiren bir diğer kişilik olan Ahn Yo Na'ya. 17 yaşındaki liseli çatlak bir kızdır bu kişilik. Ji Sung bu rolün hakkını öyle güzel verdi ki Yo Na ortaya çıktığında mutluluktan havalara uçuyordum.
Ahn Yo Sub ise Yo Na'nın ikizi olan sürekli intihar etmeye çalışan içine kapanık, ağır depresif takılan kişiliktir. Onun özellikle çatıya çıkıp intihar etmeye çalıştığı sahnesini çok beğenmiştim.
Nana ve Mr. X ise dizi boyunca pek karşılaşmadığımız ama var oluş nedenleri fazlasıyla olan yine oldukça etkili kişiliklerdi.
Aslında her kişiliğin Do Hyun'un içindeki bir parça olduğunu biliyoruz ve hepsini ayrı ayrı çok seviyoruz dizi boyunca.

Esas kızımız Oh Ri Jin ilk yılında olan başarılı bir psikiyatristtir. Bir şekilde yolu Cha Do Hyun'la keşişir ve onun gizli doktoru olur. Tabii bu ikili arasında başalayan duygusal yakınlaşma da dizinin olmazsa olmazıydı.
Hwang Jung Eum çok sevdiğim bir oyuncudur, her konuda çok beğenirim kendisini. Gülmesi, ağlaması, her türlü oyunculuğu çok başarılı gelir bana. Rolüne kendini kaptırıp canlandırdığı karaktere gerçekten hayat veriyor bence. Bu dizide de aynı şeyi yapmış ve iyi bir oyunculuk sergilemiş. Ji Sung'la bu dizide de iyi bir uyum yakalamışlar. Dizi boyunca bayağı bir bağırıp çağırdı, Yo Na'yla saç saça baş başa girdikleri kavgalara ayrı bir bittim.

Son bahsedeceğim kişi Oh Ri On'u canlandıran daha önce "sende ışık var oğlum" deyip hakkında yazı yazdığım ve kendisinden fazlasıyla umutlu olduğum Park Seo Joon. Gerçekten de beni yanıltmadı ve o yazıyı yazmakta ne kadar haklı olduğumu gösterdi bana bu dizide. Bir dahaki yapımda umarım onu büyük kanallardan birinde başrolde görme şansımız olur. Bence bu iş için yeterli kıvama geldi artık. Onca yeteneksizi başrollerde izliyorsak Park Seo Joon bunu hayli hayli hak eder bence. Bu dizide de yine çok tatlı, sempatik ama bir o kadar şebek rolde görüyoruz kendisini. Başta öyle değil gibi düşünsek de kilit oyunculardan biriydi. Diziye gerçek anlamda renk kattı. 19. bölümde esas kıza kendi kendiyle konuşurken ettiği veda sahnesinde çok etkilendim gerçekten.
Diziyi herkese tavsiye ederim. İzleyip de beğenmedim diyeni görmedim henüz. Bir şekilde Ji Sung rüzgarına kapılıyorsunuz zaten. Diziyle ilgili tek yapabileceğim olumsuz eleştiri finalinde esas oğlanın babası olayının biraz zorlama olması olur. Bir de şirkette sürekli bahsi geçen kurul toplantısı kısmının çabucak geçiştirilmesi olayı var. Yine de dizi bütünüyle çok hoşuma gittiği için pek de rahatsız etmedi beni bunlar.
Dizinin müzikleri de çok güzeldi. Uzunca bir süre dinleyeceğime şüphe yok. Hâlâ dizinin bittiğine inanamıyorum. Yeri zor dolacak ama umarım kısa zamanda böyle her bölümünü iple çektiğim bir dizi tekrar çıkar karşıma. Şimdiden özledim diziyi. Şiddetle tavsiye ederim herkese.

Fragman niyetine. :)

12 Mart 2015 Perşembe

Pinocchio / Pinokyo (2014)

Olumlu yorumlardan yola çıkarak başrollerin ikisini de pek sevmememe rağmen izlemeye başladığım Pinokyo'yu bitirmiş bulunmaktayım. İşin en güzel yanı bu yapımın her bölümünü beğendiğim, izlerken zevk aldığım hoş bir dizi olmasıydı. Bir kez daha sırf oyuncular yüzünden diziyi hemen çöpe atmamam gerektiğini, yorumlara göre bir şans verebileceğimi fark etmiş oldum.
Konu en başta muhabir olmaya çalışan gençlerin stajerlikten kendilerini geliştirme süreçlerine kadar yaşadıklarını işleyecek gibi görünse de bu gençler aracılığıyla bize asıl anlatılmak istenen medyanın gücüydü. Medyanın ne kadar korkunç olduğunu bir kez daha gördüm bu dizide. Ülkemizde yaşanan her olay sonrası medyanın, sosyal ağların insanları nasıl sürüler halinde bir fikirden ötekine taşıdığına hepimiz şahit oluyoruz. İşte bu dizi de bu sürüklenmenin sebep olabileceği acılara ışık tutmuş.
Hassas olduğum bir konu olduğu için midir bilmem ama sırf bu değindiği konu bile diziyi benim gözümde kaliteli yapmaya yetti. Harika bir şekilde mi işlendi bu konu sorusuna cevap arayacak olursak orası tartışılır elbet. Dizide yine klasik Kore dizisi mantığı fazlasıyla vardı. İzlerken kendinize sormadan edemiyorsunuz. Fabrikada yangın çıkmış, itfaiye olay yerine gidiyor, niye hiçbiri dışarıdan söndürme çalışmalarına başlamaz da içeride olduğu söylenen 2 işçi için hepsi birden içeri girer? Polis o olay yerinde nasıl bir araştırma yapar da yakındaki cesedi bulamaz? Gördüğü şeyi anında ezberleyen, dahi, yakışıklı, on parmağında on marifet esas oğlanlar niye hep Kore dizilerinde olur? Biz bir tane bile bizi adam gibi sevecek adam bulamazken dizilerde niye esas kızı seven minimum iki iyilik meleği erkek vardır? Üstelik bunların biri mutlaka ultra zengindir gibi gibi... Neyse sonuçta bu klişeleri kabullenip bize izlettirebildiyse o dizi güzeldir diyorum ben. :)

Karakterlerin hiçbirinin saf, beceriksiz, gelen vurmuş giden vurmuş tipte biri olmaması da dizinin en güzel yanlarından bir tanesi. Gereksiz aptallıklar, aşırı takıntılı tipler, çenesini tutamayıp her şeye boşboğazlık edenler ortalıkta dolanmıyordu. Bu da her karakteri gerçeğe yakın bulduğunuz için diziye kendinizi kaptırmanızı, şu salak sahne geçse de kurtulsam dememenizi sağlıyor. Eliniz ileri sar tuşuna gitme ihtiyacı duymuyor.

Basının, medyanın, muhabirlerin, haber programlarının insanlar üzerindeki etkisini, siyasi amaçla güç ve para için nasıl kullanıldığını, biz farkına varmadan zihnimize kodladığı düşüncelerin etkisini, istendiğinde olayın ana konusundan uzaklaştırılıp dikkatimizin nasıl başka yerlere çekildiğini gördük dizide. Suçluyu suçsuz, suçsuzu suçlu, şeytanı melek, meleği şeytan yapan gerçekten korkutucu bir unsur medya... İnkar etsek de, ben etkilenmem dense de ister istemez sık sık o dalgaya kapılıp gidiyoruz biz de. Onlar ne istiyorsa onu düşünmeye başlıyoruz belki de. Bundan kurtulmanın bir yolu var mı orası da şüpheli. Ülkenin başındaki siyasi güç ne istiyorsa öyle düşünmeye zorlanıyoruz. Yandaşı aşırı yandaş, muhalefeti aşırı muhalefet olan kanallarımız var. Ortada duranı, tarafsız olanı bulmak samanlıkta iğneyi bulmaktan daha zor belki de. Bu nedenle zihnimizde ölçüp tartıp kendimiz mantıklı bir sonuca varmalıyız.
Olumsuz bir eleştirim de var. Dizinin teması "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar." olsa da benim bu konudaki şüphelerimde beni ikna edemedi dizi. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, aileler parçalanmış, ölen ölmüş kalan sürünmüş olduktan sonra bunlara sebep olanların birkaç yılı gitse ne olur gitmese ne olur...
Gerçi dünyanın düzeni bu maalesef ama madem dizi izliyoruz, bu kadar gerçeklerden uzaklaşıyoruz, günlük hayatta mümkün olmayan tesadüfler, karşılaşmalar bu dizilerde oluyor bari sonunda da bize biraz daha hayatı toz pembe gösteren tatmin edici bir ceza alsın kötüler de umudumuz diri kalsın.
Son olarak da dizide esas oğlanımızın abisinin hikayesine değineceğim. Yaşadıkları gerçekten çok ağır şeylerdi bu yüzden verdiği her tepkiyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Doğru ya da yanlış kısmı tartışmaya çok açık elbette ama adamı sonuna kadar kötü yapmadığı, özüne döndürdüğü ve onun hikayesini gereksiz uzun tutmadığı için senaristi tebrik etmek istiyorum.

Fragman niyetine. :)

7 Mart 2015 Cumartesi

Angel Eyes (2014)

Eskiye nazaran güzel dizi bulmakta zorlanıyorum. Daha doğrusu güzel demeyelim de bana hitap edecek, içime işleyecek, izlerken "işte tam benim istediğim şey" dedirtecek bir yapım diyelim. Güncel dizilerden biri hariç diğerleri sarmayınca tamamlanmış eski dizilere bakayım dedim.
Duyduğum birkaç olumsuz yorum yüzünden izlemeyi hep ertelediğim bir diziydi Angel Eyes. Hatta bir ara indirdiğim halde silmeyi bile düşünmüştüm. Fakat biraz aşk/dram konulu bir dizi izleme isteği içimde uyanınca, güncel olmayan dizilere de dönüş yapmışken hadi şansımı Angel Eyes'tan yana kullanayım dedim. İyi ki de bu tercihi yapmışım diyorum şimdi.
Öncelikle dizinin konusu kendine bağlıyor insanı. İlk konu hoşunuza gidiyor. Sonrasında dizinin içtenliği, geçtiği ortam, samimiyeti sevdiriyor kendini. Ardından da rolüne çok yakışmış oyunculara vuruluyorsunuz.
Gerek esas çiftimizin gençliğini oynayan oyuncular, gerekse günümüzdeki hallerini canlandıran oyuncular iyi iş çıkarmışlar. Birbirlerine çok yakışmış, bir çiftten beklenen o uyumu yakalamışlar.
 

İlk iki bölümde gençlik dönemlerini izlediğimiz çiftimizin birbirlerine duyduğu saf sevgiyi, içtenliği ben de hissettim. Rol gibi değil de gerçek gibiydi, yapmacık gelmedi hiç. Onlar güldükçe ben de tebessüm ettim, onlar üzüldükçe ben de üzüldüm.
Sonra günümüze döndük. Burada devreye Lee Sang Yun ve Goo Hye Sun giriyor. Ben bu ikiliyi gerçekten çok beğendim. Bana göre gerçek anlamda bir çift olmuşlardı. Tamam belki Goo Hye Sun'un kendine hayran bırakan bir oyunculuğu yok ama rolünde de sırıtmamış bence. Dediğim gibi bu çiftin kimyaları tutmuş. Üstelik daha önce birçok dizide yaşadığım gençlik döneminden büyük hallere geçince yabancılık çekmeyi bu dizide hiç hissetmedim. Sanki gerçekten o gençler büyümüş de o hale gelmişlerdi.
Gelelim konunun işlenişine. Konu elverişli olmasına rağmen bence dramın dibine vurmadılar. Her şey dengeli ve dozundaydı. Dizide yaşatılan üzüntüler, suçluluk duygusu, vicdan azabı falan bence tam da olması gerektiği gibiydi. Daha azı olsa beni ikna edemeyeceklerdi. Daha fazlası da sıkacaktı.
Onca yaşanan şeyden sonra bir anda her şeyi unutup mutlu olmalarını beklemek çok saçma olurdu. Hepimiz biliyoruz ki acılar, kırgınlıklar, suçluluk duygusu öyle 2-3 güne geçmez. Aradan biraz zaman geçmeli ki yaralarımız kabuk bağlasın, onları kabullenelim ve iyileşme sürecine girebilelim.
Kalkıp komedi izleme modundayken bu diziyi izlemeyin, elbette ağır gelecektir size. Fakat orta şekerli bir dram izleme isteğiniz varsa ve dram seviyorsanız bence bir şans vermelisiniz.
Ben 20 bölümü de severek izledim. Her bir karakteri de beğendim.
Yıldızlardan bahsedilmesi ve dizinin çekildiği yer çok hoşuma gitti. Samimi, doğal, içten ve huzur veren bir havası vardı dizinin benim için. Kendimi diziye kaptırabildim özetle.
Umarım siz de izlerken benim kadar kendinizi kaptırıp zevk alabilirsiniz diziden. Böyle olunca eksikleri varsa da gözünüze çok batmıyor, görmezden geliyorsunuz.
Değinmeden geçemeyeceğim bir unsur da müzikler. Tam dizinin yapısına uygun, sizi kendine çeken hoş ve naif müziklerdi bunlar. Uzun süre dinleyeceğime eminim.
Son olarak da o gördüğüm an vurulduğum afiş. Böyle doğal, böyle içten bir afiş... Çok sevdim. Belki de izlememek gibi bir hata yapmaktan beni döndüren en büyük etken afişteki bu doğallıktı.

 Fragman niyetine. :)

Dizinin açılışını da ekleyeyim, gerek müziği gerekse videoyaya bayıldım.