Konu en başta muhabir olmaya çalışan gençlerin stajerlikten kendilerini geliştirme süreçlerine kadar yaşadıklarını işleyecek gibi görünse de bu gençler aracılığıyla bize asıl anlatılmak istenen medyanın gücüydü. Medyanın ne kadar korkunç olduğunu bir kez daha gördüm bu dizide. Ülkemizde yaşanan her olay sonrası medyanın, sosyal ağların insanları nasıl sürüler halinde bir fikirden ötekine taşıdığına hepimiz şahit oluyoruz. İşte bu dizi de bu sürüklenmenin sebep olabileceği acılara ışık tutmuş.
Hassas olduğum bir konu olduğu için midir bilmem ama sırf bu değindiği konu bile diziyi benim gözümde kaliteli yapmaya yetti. Harika bir şekilde mi işlendi bu konu sorusuna cevap arayacak olursak orası tartışılır elbet. Dizide yine klasik Kore dizisi mantığı fazlasıyla vardı. İzlerken kendinize sormadan edemiyorsunuz. Fabrikada yangın çıkmış, itfaiye olay yerine gidiyor, niye hiçbiri dışarıdan söndürme çalışmalarına başlamaz da içeride olduğu söylenen 2 işçi için hepsi birden içeri girer? Polis o olay yerinde nasıl bir araştırma yapar da yakındaki cesedi bulamaz? Gördüğü şeyi anında ezberleyen, dahi, yakışıklı, on parmağında on marifet esas oğlanlar niye hep Kore dizilerinde olur? Biz bir tane bile bizi adam gibi sevecek adam bulamazken dizilerde niye esas kızı seven minimum iki iyilik meleği erkek vardır? Üstelik bunların biri mutlaka ultra zengindir gibi gibi... Neyse sonuçta bu klişeleri kabullenip bize izlettirebildiyse o dizi güzeldir diyorum ben. :)
Karakterlerin hiçbirinin saf, beceriksiz, gelen vurmuş giden vurmuş tipte biri olmaması da dizinin en güzel yanlarından bir tanesi. Gereksiz aptallıklar, aşırı takıntılı tipler, çenesini tutamayıp her şeye boşboğazlık edenler ortalıkta dolanmıyordu. Bu da her karakteri gerçeğe yakın bulduğunuz için diziye kendinizi kaptırmanızı, şu salak sahne geçse de kurtulsam dememenizi sağlıyor. Eliniz ileri sar tuşuna gitme ihtiyacı duymuyor.
Basının, medyanın, muhabirlerin, haber programlarının insanlar üzerindeki etkisini, siyasi amaçla güç ve para için nasıl kullanıldığını, biz farkına varmadan zihnimize kodladığı düşüncelerin etkisini, istendiğinde olayın ana konusundan uzaklaştırılıp dikkatimizin nasıl başka yerlere çekildiğini gördük dizide. Suçluyu suçsuz, suçsuzu suçlu, şeytanı melek, meleği şeytan yapan gerçekten korkutucu bir unsur medya... İnkar etsek de, ben etkilenmem dense de ister istemez sık sık o dalgaya kapılıp gidiyoruz biz de. Onlar ne istiyorsa onu düşünmeye başlıyoruz belki de. Bundan kurtulmanın bir yolu var mı orası da şüpheli. Ülkenin başındaki siyasi güç ne istiyorsa öyle düşünmeye zorlanıyoruz. Yandaşı aşırı yandaş, muhalefeti aşırı muhalefet olan kanallarımız var. Ortada duranı, tarafsız olanı bulmak samanlıkta iğneyi bulmaktan daha zor belki de. Bu nedenle zihnimizde ölçüp tartıp kendimiz mantıklı bir sonuca varmalıyız.
Olumsuz bir eleştirim de var. Dizinin teması "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar." olsa da benim bu konudaki şüphelerimde beni ikna edemedi dizi. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, aileler parçalanmış, ölen ölmüş kalan sürünmüş olduktan sonra bunlara sebep olanların birkaç yılı gitse ne olur gitmese ne olur...
Gerçi dünyanın düzeni bu maalesef ama madem dizi izliyoruz, bu kadar gerçeklerden uzaklaşıyoruz, günlük hayatta mümkün olmayan tesadüfler, karşılaşmalar bu dizilerde oluyor bari sonunda da bize biraz daha hayatı toz pembe gösteren tatmin edici bir ceza alsın kötüler de umudumuz diri kalsın.
Son olarak da dizide esas oğlanımızın abisinin hikayesine değineceğim. Yaşadıkları gerçekten çok ağır şeylerdi bu yüzden verdiği her tepkiyi anlayabileceğimi düşünüyorum. Doğru ya da yanlış kısmı tartışmaya çok açık elbette ama adamı sonuna kadar kötü yapmadığı, özüne döndürdüğü ve onun hikayesini gereksiz uzun tutmadığı için senaristi tebrik etmek istiyorum.
Fragman niyetine. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder